Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 23185 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 15368 - Esas Yıl 2014





Mahkemesi : İstanbul Anadolu 15. İş Mahkemesi Tarihi : 03.12.2013No : 2013/627-2013/738Dava, hizmet tespiti istemine ilişkindir.Mahkemece, ilâmında belirtildiği şekilde davanın kabulüne karar verilmiştir.Hükmün, davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili ile davalı L.. Batı Çimento San. ve Tic. A.Ş. vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi .. tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.1-) Dosyadaki yazılara, toplanan delillere ve hükmün dayandığı gerektirici sebeplere göre, sair temyiz itirazlarının reddi gerekir.2-) Davacı, babası konumundaki miras bırakanın 16.07.1945 – 01.01.1952 ve 01.01.1952 – 1956 dönemlerinde davalı işverenlere ait işyerlerinde hizmet akdine dayalı olarak geçen ve Kuruma bildirilmeyen çalışmalarının tespitine karar verilmesini istemiş, mahkemece yapılan yargılamada, davanın kabulüne karar verilerek 2325 günlük çalışma süresi hüküm altına alınmıştır.İnceleme konusu davada, mahkemenin, 01.04.1950 tarihi sonrası döneme ilişkin kabulü isabetli ise de, 01.04.1950 tarihi öncesi döneme yönelik kabulü yerinde değildir.Davanın yasal dayanağı, 506 sayılı Kanunun 79’uncu maddesinin onuncu fıkrasıdır. Bu tür sigortalı hizmetlerin saptanmasına ilişkin davalar kamu düzeni ile ilgili olduğundan özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmesi zorunludur. Evrensel bir ilkeye dönüşen ve çağdaş uygarlığın simgesi olan sosyal güvenlik kavramı özde, bireyin karşılaşacağı ve yaşamı için tehlike oluşturan durum ve olaylara karşı bir güvence arayışının ürünüdür. Türk hukuk sistemi içindeki yasalarda sosyal sigorta hakları açıklanmış olmasına karşın belirgin bir şekilde “sosyal güvenlik” tanımının yapılmamış olması, bu kavramın ne anlama geldiğinin hemen herkes tarafından hissedilip algılanabilmesine engel oluşturmamaktadır. Sosyal güvenlik hakkı ise, devlet aygıtı tarafından kurulan sosyal güvenlik düzenince bireylere tanınan sosyal nitelikteki haklar olarak tarif edilmekte olup, bu konuda anayasal ve yasal düzenlemeler bulunmaktadır. 18.10.1982 kabul tarihli Anayasamızın “Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı 2’nci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin sosyal bir hukuk devleti olduğu vurgulanmış; “Sosyal güvenlik hakkı” başlığını taşıyan 60’ıncı maddede, herkesin, sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu, Devletin, bu güvenliği sağlayacak gerekli önlemleri alarak buna göre örgütünü kuracağı belirtilmiş; 61’inci maddede, sosyal güvenlik bakımından özel olarak korunması gerekenler sıralanmıştır. “Devletin iktisadi ve sosyal ödevlerinin sınırları” başlıklı 65’inci maddesinde ise Devletin, sosyal ve ekonomik alanlarda Anayasa ile belirlenen görevlerini, bu görevlerin amaçlarına uygun öncelikleri gözeterek malî kaynaklarının yeterliliği ölçüsünde yerine getireceği hüküm altına alınmıştır. İşte, Yargıtay tarafından, anılan maddeden esinlenilerek sosyal güvenlik hakkının, “cevaz esası”na dayandığı görüşü benimsenmiş ve bir çok kararda, söz konusu düşünce temel alınmıştır. Bu görüşe göre, bireyler, yasalar tarafından kendilerine ne kadar hak tanınmış ise o kadarını kullanabilirler. Özellikle, kanunları amacına göre yorumlayıp uygulama zorunda olan yargı erkinin, yasal dayanağı bulunmayan bir sosyal güvenlik hakkının tanınmasına karar verme yetkisi bulunmamaktadır.Diğer taraftan; kuruluncaya kadarki aşamada sosyal güvenlik düzenini ve bu düzenin tanıdığı hakkı sağlayan bir yöntem ve araç konumundaki “sosyal sigorta”, kurulduktan ve işlevini yerine getirmeye başladıktan sonra ise, doğrudan doğruya sosyal güvenliğin bir parçası olmaktadır. Anılan kavram, 31.03.1954 gün ve 1953/18 Esas – 1954/11 Karar sayılı, 30.11.1955 gün ve 1954/15 Esas – 1955/21 Karar sayılı, 17.01.1972 gün ve 1970/2 Esas – 1972/1 Karar sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararlarında “kanuni sigorta” olarak adlandırılmış, Anayasa Mahkemesinin 23.05.1972 gün ve 2/28 numaralı kararında da sosyal sigortadan, “toplumsal sigorta” olarak söz edilmiştir. Türk hukuk sisteminde 17.07.1964 gün ve 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu, daha önce yürürlükte olan sosyal sigortalara ilişkin 4772, 5417, 5502, 6900 sayılı yasaları birleştirip tek bir metin haline getirdiğinden “kodifikasyon kanunu” niteliğindedir. Anılan Kanun ile; eski metinlerde düzeltmelere gidilmiş, yeni bir anlayışla sistematiği düzenlenmiş, eski kanunlarda yer alan tekrarlardan kaçınılmış, çelişkiler ortadan kaldırılmış, sosyal sigorta yardımlarından yararlananların sayısı artırıldığı gibi bu yardımlardan faydalanma koşulları da hafifletilmiş ve inceleme konusu hizmet tespitine ilişkin davaların yasal dayanağı 79’uncu maddede düzenlenmiştir. Ancak, söz konusu Kanun ve maddeden önce, özellikle çekişme konusu dönem yönünden, kronolojik bir sıralama izlenerek, yasal mevzuata ilişkin olarak açıklamalarda bulunulması zorunludur.Bu kapsamda sosyal güvenlik alanında atılan ilk adım 08.06.1936 gün ve 3008 sayılı İş Kanunu'nun kabulüdür. Bu bakımdan denilebilir ki, sosyal sigortalar, iş hukukumuzun bir bölümü olarak hukuk yaşamında yer almış ve sonrasında gelişerek bağımsızlaşmıştır. Söz konusu Kanun'dan sonra, yasama organınca 27.06.1945 gün ve 4772 sayılı İş Kazalarıyla Meslek Hastalıkları ve Analık Sigortaları Kanunu kabul edilerek 07.07.1945 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Kanunun 1’inci maddesinde; iş kazaları ile meslek hastalıkları ve analık durumlarında bu kanunda yazılı yardım ve ödeneklerden faydalanmanın, 3008 sayılı İş Kanununun uygulandığı işyerlerinde çalışanlardan o kanuna göre sigortalı sayılanların hakkı olduğubelirtilmiş; 2’nci maddesinde iş kazası, meslek hastalıkları, analık halleri tanımlanmış; 4’üncü maddesinde, sigortalıya sağlanan menfaatler sıralanmış; Birinci Bölümü oluşturan 8 – 37. (dahil) maddeleri yardım ve ödenekler konusuna ayrılmış; İkinci Bölümü meydana getiren 38 – 54. (dahil) maddelerinde primler konusunda açıklamalar yapılmış; 69 – 86. maddelerinde de Dördüncü Bölüm olarak son hükümlere yer verilmiştir.Daha sonra, 02.06.1949 gün ve 5417 sayılı İhtiyarlık Sigortası Kanunu kabul edilip, 08.06.1949 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmış ve birkaç hükmü dışında 01.04.1950 tarihinden itibaren yürürlüğe girmiştir. Kanunun 1’inci maddesinde, İş Kanununun uygulandığı işyerlerinde çalışanlardan o kanuna göre sigortalı sayılanların ihtiyarlıkları durumunda bağlanacak aylıklar ve yapılacak diğer ödemeler hakkında bu kanun hükümlerinin uygulanacağı belirtilmiş; 2’nci maddesinde, kanun hükümlerinin kimler hakkında uygulanmayacağı açıklanmış; 4’üncü maddesinde, sigortalıya sağlanan menfaatler, “ihtiyarlık aylığı”, “yetim aylığı”, “toptan ödeme” olarak sıralanmış; 5’inci maddesinde, ihtiyarlık aylığından faydalanmak için gereken koşullar sayılmış; İkinci Bölümü oluşturan 20 – 26. (dahil) maddeleri primlere ayrılmıştır. Geçici maddesinde ise, bu kanunun primlerle ilgili hükümlerinin yürürlüğe girdiği tarihte otuz beş yaşını geçmiş bulunanlardan altmış yaşını doldurduktan sonra 5’inci maddedeki koşulları yerine getirmeyenlerin de belli bazı şartlar içerisinde bu kanun hükümlerinden faydalandırılacakları hüküm altına alınarak söz konusu şartlar, üç fıkra olarak sıralanmıştır. Bunlardan ilki (a) fıkrasında açıklanmış olup, İhtiyarlık Sigortası Kanunu'nun primle ilgili hükümlerinin yürürlüğe girdiği tarihten önceki beş yıl içinde en az 1000 gün ve münavebeli işlerde çalışanların da 800 gün İş Kanunu'na tabi iş yerlerinde çalıştığını kanıtlamaktır. Maddede ayrıca, (a) bendinde yazılı eski hizmet sürelerinin, sigortalıların son beş yıl içinde çalıştıkları iş yerlerinden alacakları kanıtlı belgeleri, primlerle ilgili hükümlerin yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde İşçi Sigortaları Kurumuna verilmek suretiyle belgeleneceği de belirtilmiştir.Sonrasında, anılan 5417 Sayılı Kanun, 04.02.1957 gün ve 6900 sayılı Malûliyet İhtiyarlık ve Ölüm Sigortaları Kanunu'nun 13.02.1957 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanarak 01.06.1957 tarihinden itibaren yürürlüğe girmesiyle ortadan kaldırılmıştır. Söz konusu 6900 sayılı Kanunun 3 – 10. (dahil) maddelerinde malûliyet sigortası, 11 – 17. (dahil) maddelerinde ihtiyarlık sigortası, 18 – 24. (dahil) maddelerinde ölüm sigortası hükümleri düzenlenmiş; geçici 1’inci maddesinde, 01.04.1950 tarihinde otuz beş yaşını geçmiş olanlardan altmış yaşını doldurup 12’nci maddede yazılı koşulları yerine getiremediğinden aylık bağlanmasına hak kazanamayan sigortalılara belli bazı şartlar içerisinde, sigortalılık süresi on beş yılı doldurmuş olanlar gibi, 13’üncü maddedeki esaslar dairesinde ihtiyarlık aylığı bağlanacağı açıklanmıştır. Bu koşullardan biri, (a) fıkrasında, 01.04.1950 tarihinden önceki beş yıl içinde en az 1000 gün veya Çalışma Bakanlığınca belirlenen münavebeli işlerde çalışanların da 750 gün İş Kanunu'na tabi iş yerlerinde çalıştıklarını kanıtlama olarak açıklanmış ve ayrıca, (a) bendinde yazılı eski hizmet sürelerinin, sigortalıların 01.04.1950 tarihinden önceki beş yıl içinde çalıştıkları iş yerlerinden alacakları belgeleri İşçi Sigortaları Kurumuna vermeleri suretiyle belgeleneceği bildirilmiştir.Yukarıdaki yasal düzenleme ve açıklamalar ışığında yapılan değerlendirmede, tüm dosya kapsamı da dikkate alındığında, davacının 01.04.1950 tarihi öncesi dönem yönünden uzun vadeli sigorta kolları bakımından geçerli ve tespiti olanaklı hizmetinin bulunmadığı belirgin olmakla, anılan tarih (01.04.1950) öncesine ilişkin istemin hüküm altına alınması, usûl ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.3-) Karar tarihinde yürürlükte bulunan 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 297. maddesi uyarınca, kararın anılan maddelerde tanımlanan unsurları taşıması ve “taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların, sıra numarası altında; açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi gereklidir” yönündeki hükümlerinin, kararın yazımında dikkate alınmayarak, hükmün infazında tereddüt yaratacak şekilde, davacının tespitine karar verilen çalışmalarının başlangıç ve bitiş tarihlerinin infaza elverişli şekilde açıklanmaması, yerinde görülmemiştir.O hâlde, davalı Sosyal Güvenlik Kurumu Başkanlığı vekili ile davalı L.. Batı Çimento San. ve Tic. A.Ş. vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır. S O N U Ç : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının istem hâlinde davalı Limak Batı Çimento San. ve Tic. A.Ş.'ye iadesine, 07.11.2014 gününde oybirliğiyle karar verildi.