Davacı vekili; davacının, 05.07.2003 –– 01.09.2006 tarihleri arasında, davalı işverene ait farklı belde ve bölgelerde bulunan tarım arazilerinde, hizmet akdine dayalı olarak geçen ve Kuruma bildirilmeyen çalışmalarının tespitine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece, davanın reddi yönünde hüküm kurulmuştur. Hükmün, davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi T..... Ö...... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi. 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanununun 2’nci maddesinde genel bir tanım yapılarak, bir hizmet akdine dayanarak bir veya birkaç işveren tarafından çalıştırılanların bu Kanuna göre ““sigortalı”” sayılacağı belirtildikten sonra, 3’üncü maddesinde kimlerin bu Kanunun uygulanmasında sigortalı sayılmayacakları ve hangi kişiler hakkında da bazı sigorta kollarının uygulanmayacağı açıklanmıştır. 5’inci maddesinde ise; ““işyeri””, bu kanunun uygulanmasında, 2’nci maddede belirtilen sigortalıların işlerini yaptıkları yerler olarak tanımlanmıştır. Sözü edilen 3’üncü madde hükmünde, özel sektöre ait tarım ve orman işlerinde ücretle ve sürekli olarak çalışanlar hariç olmak üzere tarım işlerinde çalışanların sigortalı sayılmayacakları yönünde düzenleme yapılmış, böylelikle, kanun koyucu tarafından, özel sektöre ait tarım ve orman işlerinde ücretle ve sürekli olarak çalışanlar 506 sayılı Kanun kapsamında zorunlu sigortalı kabul edilmiştir. Bununla birlikte genel olarak sigortalı sayılmanın koşulları; hizmet akdine göre çalışma, sözleşmede öngörülen edimin (hizmetin) işverene ait işyerinde veya işyerinden sayılan yerlerde görülmesi, 3’üncü maddede belirtilen ““sigortalı sayılmayan”” kişilerden olunmaması şeklinde sıralanabilir. Söz konusu Kanunda ““hizmet akdi”” tarifine yer verilmemiş ise de, gerek 4857 sayılı İş Kanununun 8’inci maddesinde iş sözleşmesi (hizmet akdi) tanımlanmış, gerekse Borçlar Kanununun 313 –– 354. maddelerinde bu konuda düzenleme yapılmıştır. Borçlar Kanununda, anılan sözleşme, ““Hizmet akdi bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeği ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder.”” şeklinde tanımlanmış, aksine hüküm bulunmadıkça, hizmet akdinin özel şekle tabi olmadığı belirtilmiş, ücretin, zaman itibarıyla olmayıp yapılan işe göre verilmesi durumunda da işçinin belirli veya belirsiz bir zaman için alınmış veya çalışmış olduğu sürece akdin ““parça üzerine hizmet”” veya ““götürü hizmet”” adı altında varlığını koruduğu açıklanmıştır. Belirtilmelidir ki, ““ücret”” unsuruna tanımda ve iş sahibinin borçları açıklanırken yer verilmesine karşın, 506 sayılı Kanunun sistematiği ve takip eden diğer maddelerin düzenleniş şekline göre, bu unsurun genel anlamda sigortalı niteliğini kazanabilmek için zorunlu olmadığının kabulü gerekmekte ise de, özel sektöre ait tarım ve orman işlerinde çalışanlar yönünden kanun koyucu tarafından açıkça vurgulandığından, anılan unsurun varlığı, ön koşuldur ve ayrıca, çalışmanın niteliğine ilişkin olarak bir başka olgu da ““süreklilik””tir. Şu durumda, baskın olan bilimsel ve yargısal görüşlere göre; hizmet akdinin ayırt edici ve belirleyici özellikleri, ““zaman”” ile ““bağımlılık”” unsurları olduğu gibi, özel sektöre ait tarım ve orman işlerinde çalışanlar yönünden ayrıca, ““ücret”” ve ““süreklilik”” de ön koşul olarak aranacaktır. Zaman unsuru, çalışanın iş gücünü bir süre içinde işveren veya vekilinin buyruğunda bulundurmasını kapsamaktadır ve anılan sürede buyruk ve denetim altında (bağımlılık) edim yerine getirilmektedir. Bağımlılık ise, her an ve durumda çalışanı denetleme veya buyruğuna göre edimini yaptırma olanağını işverene tanıyan, çalışanın edimi ile ilgili buyruklar dışında çalışma olanağı bulamayacağı nitelikte bir bağımlılıktır. Diğer taraftan 506 sayılı Kanunda, tarım işi yapanların sigortalı sayılma koşulları hükme bağlanmış ise de, tarım işinin tanımı yapılmamış, bazı özel kanunlarda anılan tarife yer verilmiş olmasına karşın, bunların sigortalı hizmetlerin tespitine yönelik davaların çözümü için bağlayıcılığı bulunmadığından bu konuda asıl saptamayı, temyiz denetimini görevini yürüten Yargıtay Hukuk Genel Kurulu ve ilgili özel daireler, iş ve sosyal güvenlik hukukunun kendine özgü niteliklerini de göz önünde bulundurarak yapmıştır. Söz konusu tanımda üç özellik belirgin durumdadır ve buna göre, tarım işi, ““yetiştirme””, ““bakım”” ve ““üretim”” unsurlarını bünyesinde barındırmak zorundadır. Anılan koşulların varlığı durumunda hayvancılık ve arıcılık da tarım işi kapsamına girdiği gibi, bu olguların zaman itibarıyla tamamlanmasından sonraki aşamada yürütülen faaliyetlere ilişkin olarak tarım işi nitelendirmesi yapılamaz. Ayrıca, bir hususun daha açıklanması da önem arz etmektedir ki; amacı, işverenler ile bir iş sözleşmesine dayanarak çalıştırılan işçilerin çalışma şartları ve çalışma ortamına ilişkin hak ve sorumluluklarını düzenlemek olan 4857 sayılı İş Kanunu ile iş kazalarıyla meslek hastalıkları, hastalık, analık, malûllük, yaşlılık ve ölüm hallerinde, bu Kanunda yazılı koşullar altında, sigortalılar ile bunların eş, çocuk ve hak sahiplerine sosyal sigorta yardımları sağlanması amacıyla kabul edilip yürürlüğe giren 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu farklı yasal düzenlemelerdir. 4857 sayılı Kanunun 2’nci maddesinde yapılan ““işçi”” tanımı, 506 sayılı Kanunun 2’nci maddesinde açıklanan ““sigortalı”” kavramını her durum ve koşulda karşılamamakta, bu iki hukuksal statü durumunun birbirinden ayrıldığı alanlar da bulunmaktadır. 4857 sayılı Kanunun 4’üncü maddesinde hangi işlerde ve iş ilişkilerinde bu Kanun hükümlerinin uygulanmayacağı belirtilirken, elliden az işçi çalıştırılan (elli dahil) tarım ve orman işlerinin yapıldığı işyerleri veya işletmeleri sayılmış iken, 506 sayılı Kanunun 3’üncü maddesinde bir sınırlandırma yapılmaksızın, özel sektöre ait tarım ve orman işlerinde ücretle ve sürekli olarak çalışanlar sigortalı kabul edilmiştir. Buna göre, herhangi bir işyeri veya işletmenin 4857 sayılı Kanunun uygulama kapsamı dışında bulunması, anılan işyeri veya işletmede 506 sayılı Kanuna tabi zorunlu sigortalı çalıştırılmadığı/çalıştırılmayacağı anlamına gelmemektedir. Yukarıdaki açıklamalar ışığı altında inceleme konusu dava değerlendirildiğinde; mahkemece, yürütülen yargılama aşamasında dinlenen üç tanığın anlatımına dayanılarak hüküm kurulmuş ise de, yapılan inceleme ve araştırma ile toplanan kanıtların karar vermeye elverişli olmadığı belirgindir. Bu tür sigortalı hizmetlerin saptanmasına ilişkin davalar kamu düzeni ile ilgili olduğundan özel bir duyarlılıkla ve özenle yürütülmeleri zorunludur. Bu bakımdan; iş müfettişi tarafından düzenlenen inceleme ve teftiş raporunda, yapılan işin 4857 sayılı Kanunun 4’üncü maddesinde belirtilen istisnalar içerisinde yer alması nedeniyle davacının 506 sayılı Kanun kapsamında sigortalı sayılmayacağı yönündeki saptamanın, sosyal güvenlik hukukuna ilişkin düzenleme ve ilkelerin geçerli olduğu davada bağlayıcılığının bulunmadığı gözetilmeli, davacı vekilince varlığı ileri sürülen 2006/788 Esas ile 2006/789 Esas numaralı dava dosyaları getirtilerek içerisindeki belge, kayıt ve tanık ifadelerinden kanıt olarak yararlanılmalı, T......... Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen 2005/5916 numaralı soruşturma ile iş müfettişince yapılan inceleme ve teftiş aşamasında ifadesi alınan, davalı işverenin oğlu T........K.....’nin çalışma olgusunu ortaya koyan beyanı dikkate alınmalı, davalı Kuruma yazı yazılarak, davacının hizmet cetvelini de içeren kişisel sicil dosyası getirtilmeli, hizmetin yerine getirildiği ileri sürülen tarım arazilerinin yer aldığı bölgelerde oturan veya taşınmazı bulunan kişiler yöntemince saptanarak tanık sıfatıyla bilgi ve görgülerine başvurulmalı, belirdiği takdirde, tüm tanık anlatımları arasındaki çelişkiler giderilmeli, taraflar arasında unsurları ile birlikte ““hizmet akdi”” ilişkisi kurulup kurulmadığı, tarım işlerinde ücretle ve sürekli olarak çalışılıp çalışılmadığı, çalışmanın kesintili olup olmadığı açığa çıkarılarak toplanan tüm kanıtlar değerlendirildikten sonra elde edilecek sonuca göre karar verilmelidir. Bu maddi ve hukuki olgular göz önünde bulundurulmaksızın, mahkemece, eksik inceleme ve araştırma sonucu davalı Kurum yönünden davanın reddi yönünde hüküm kurulması isabetsiz olduğu gibi; davacı tarafından işveren doğru olarak belirlenip yargılama aşamasında sağ olan davalı H........K........’ye husumet yöneltilmiş olmasına karşın, mahkemece yanılgılı değerlendirme yapılarak, 11.07.1999 günü yaşamını yitiren ve aynı ad ve soyadı taşıyan farklı kişi işveren olarak konumlandırılarak dava açılmadan önce yaşamını yitirdiği gerekçesiyle davalı işveren yönünden ret kararı verilmesi de, usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir. O halde, davacı vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır. S O N U Ç : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, temyiz harcının isteği durumunda davacıya geri verilmesine, 26.02.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.