Mahkemesi :Asliye Hukuk (İş) Mahkemesi Dava, rücuan tazminat istemine ilişkindir.Mahkemece, ilamında belirtildiği şekilde davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Hükmün, davacı Kurum ve davalı vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteklerinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi ... tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi.1-506 ve 5510 sayılı Kanunlardaki farklı düzenlemeler karşısında, rücuan tazminat davalarının öncelikle yasal dayanağının saptanması zorunlu olup, bunun için de anılan 26. ve 21. maddelerin zaman bakımından uygulanması konusu irdelenmelidir. Kanunların geriye yürümesi veya yürümemesine ilişkin mevzuatımızda genel bir hüküm bulunmamakta ise de, toplum barışının temel dayanağı olan hukuka ve kanunlara karşı güveni sağlamak, kanun koyucunun keyfi davranış ve tasarruflarını önlemek için, öğretide kanunların geriye yürümemesi esası kabul edilmiştir. Buna göre özellikle hukuk güvenliği dikkate alındığında, Özel Hukuk ve Kamu Hukuku alanında kural olarak her kanun, ancak yürürlüğe girdiği tarihten sonraki zamanda meydana gelen olaylara ve ilişkilere uygulanır, o tarihten önceki zamana rastlayan olaylara ve ilişkilere uygulanmaz. Kanunların geriye yürümemesi (geçmişe etkili olmaması) kuralının istisnalarından birini, beklenen (ileride kazanılacağı umulan) haklar oluşturmaktadır. Kamu düzeni ve genel ahlaka ilişkin kurallar yönünden de kanunların geriye yürümesi söz konusudur. Yargılama hukukunu düzenleyen kanunlar da, ilke olarak geçmişe etkilidir. Şu durumda rücuan tazminat davaları bakımından; 5510 sayılı Kanunun 21. maddesinin 01.10.2008 tarihi öncesinde gerçekleşen kaza ve olaylara uygulanmasına olanak veren bir düzenleme bulunmadığı gibi, maddenin, yukarıda sıralanan istisnai durumlar kapsamında değerlendirilemeyeceği de açık olduğundan, 01.10.2008 gününden önce meydana gelen kaza ve olaylara 506 sayılı Kanunun 26. maddesi, anılan tarihten itibaren gerçekleşen kaza ve olaylara ise 5510 sayılı Kanunun 21. maddesi uygulanmalıdır. Anılan yasal düzenlemeler ve açıklamalar ışığında dava değerlendirildiğinde; davalı işverenin mermer ocak işyerinde ocak ustabaşı olarak çalışan sigortalının 31.05.2006 günü mermer blokları kesmeye yarayan tel kesme makinesinde çalışırken makinenin telinin koparak savrulması sonucu makinanın sol tarafındaki kumanda panosu yanında duran sigortalının kalp hizasına çarpması sonucu sigortalının hayatını kaybettiği, sigortalının hak sahiplerine bağlanan gelir nedeniyle uğranılan zararın üçüncü kişilerin kusurlarının belirlenmesi halinde teselsül hükümleri gözetilerek davalıdan rücuan alınması için açılan davanın yasal dayanağı 506 sayılı Kanunun 26. maddesi olup, davalının rücu alacağından sorumluluğu, ancak maddede öngörülen koşulların gerçekleşmesi halinde mümkündür. Bu maddeye dayanan rücu davalarında; kusurun belirlenmesinde, mahkemece, öncelikle, iş kazasının ne şekilde olduğu, dosya içeriğindeki tüm deliller takdir olunarak, varsa, çelişki giderilerek belirlenmeli ve kabul edilen maddi olgular doğrultusunda, kusur oran ve aidiyeti konusunda bilirkişi incelemesine gidilmelidir. Diğer taraftan, tarafları ve konusu farklı olan sigortalının açtığı tazminat dosyasında verilen karar, rücûan tazminat davalarında kesin hüküm teşkil etmez. Dolayısıyla o dosyada alınan kusur raporu da eldeki davada kesin delil teşkil etmeyecektir. Şayet, kesinleşmiş ise ancak, güçlü delil teşkil edebilir. Nitekim bu husus, Yargıtay'ın yerleşmiş ve kökleşmiş görüşleri ile de kabul edilmiş bulunmaktadır.818 sayılı Borçlar Kanunu'nun Ceza Hukuku ile Medeni Hukuk Arasındaki Münasebet başlığını taşıyan 53. maddesindeki, "Hâkim, kusur olup olmadığına yahut haksız fiilin faili temyiz kudretini haiz bulunup bulunmadığına karar vermek için ceza hukukunun mesuliyete dair ahkamiyle bağlı olmadığı gibi, ceza mahkemesinde verilen beraat karariyle de mukayyet değildir. Bundan başka ceza mahkemesi kararı, kusurun takdiri ve zararın miktarını tayin hususunda dahi hukuk hakimini takyit etmez." hükmü ve benzer nitelikteki 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Borçlar Kanunu'nun 74. maddesindeki "Hâkim, zarar verenin kusurunun olup olmadığı, ayırt etme gücünün bulunup bulunmadığı hakkında karar verirken, ceza hukukunun sorumlulukla ilgili hükümleriyle bağlı olmadığı gibi, ceza hâkimi tarafından verilen beraat kararıyla da bağlı değildir. Aynı şekilde, ceza hâkiminin kusurun değerlendirilmesine ve zararın belirlenmesine ilişkin kararı da, hukuk hâkimini bağlamaz." hükmü çerçevesinde, hukuk hakiminin, kesinleşmiş ceza kararına konu maddi olgularla bağlı olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.Eldeki davada; ilk bilirkişi raporunda, sigortalı %60, davalı %39, işyeri ustabaşı dava dışı Kenan Karaman %1, kusurlu kabul edildiği, ikinci bilirkişi raporunda sigortalı %60, davalı işveren %38, ceza davasında kusurlu bulunan şirket ortağı ve mermer ocağı sorumlusu dava dışı İlyas Demirağ %1, ceza davasında kusurlu bulunan Kenan Karaman %1 kusurlu olduğu kanaatleri bildirildiği, mahkemece, ikinci bilirkişi raporundaki kusur esas alınarak, Kurum zararının %38’ine isabet eden kısım yönünden davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Dosya kapsamında, ceza dosyasının celbedildiği anlaşılmakla birlikte ceza dosyasının bulunmadığı, ceza dosyasına sunulan 27.08.2009 tarihli kusur raporu bulunduğu anılan raporda, hak sahipleri tarafından açılan tazminat davasından alınan ve davalı işverene %55, fenni nezaretçi ...’e %5, şirket ortağı...’ın %5, şirket müdürü ...’ın %5, ustabaşı.... %5 ve sigortalının %25 kusurlu olduğu kanaati bildirildiği belirtilerek, sigortalının asli oranda, sanık ustabaşı ...’ın tali oranda, şirket ortağı ve ocaktan sorumlu olan...’ın tali oranda , şirket ortağı ve müdürü olan ... ile ocağın fenni sorumlusu...i’nin kusuru bulunmadığına dair kanaat bildirildiği görülmektedir. Yukarıda açıklanan maddi ve hukuki olgulara göre, mahkemece, meydana gelen iş kazası nedeniyle açılan ceza davası celbedilip, ceza davasında kusurlu bulanarak mahkum olan, iş kazasının gerçekleşmesinde etkileri olduğu belirlenen gerçek kişilerin ihlal ettikleri iş güvenliği kuralları ile ihlal sonucuna bağlanan şahsi kusur oranları ile işveren şirketin kusur oranları ayrı ayrı belirlenmeli, meydana gelen iş kazası nedeniyle hak sahipleri tarafından açılan tazminat dava dosyası celbedilip, hak sahipleri dosyasında hükmün güçlü delil olduğu gözetilerek, kazanın meydana geldiği iş kolunda ve iş güvenliği konularında uzman bilirkişilerden oluşacak heyetten çelişkileri giderecek yeniden rapor alınmalı, varılacak sonuca göre hüküm kurulmalıdır. 2- Kabule göre ise; Sigortalının iş kazası veya meslek hastalığına uğramasına birden çok kişinin birlikte kusurlarıyla sebebiyet vermeleri halinde; 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 61 ve 62. (818 sayılı Mülga Borçlar Kanununun 50 ve 51.) maddeleri uyarınca teselsül hükümlerine göre birlikte sorumlulukları söz konusu olacaktır. Bu halde, Türk Borçlar Kanunu’nun 62. maddesi uyarınca kendi payına düşeninden fazlasını ödeyen kişinin diğer müteselsil sorumlulara karşı rücu hakkı baki kalmak koşuluyla, her bir sorumlu yönünden kusurlarına düşen miktar ayrılmaksızın teselsül kurallarına göre sorumluluklarına hükmedilmesi gerekmektedir. Somut olayda, üçüncü kişilere kusur izafe edilmesi halinde teselsül hükümleri gözetilerek davalı aleyhine açılan davada, mahkemece, %40 kusura göre Kurum zararının tahsili yönünde hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde sadece davalı işverenin %38’lik kusuru gözetilerek hüküm kurulması, isabetsizdir. Mahkemece, açıklanan maddi ve hukuki ilkeler gözetilmeksizin eksik araştırma ve inceleme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması usul ve yasaya aykırı olup, bozma nedenidir.O hâlde, davacı Kurum ve davalı vekillerinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli, hüküm bozulmalıdır.SONUÇ : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, istek halinde temyiz harcının davalıya iadesine, 03.12.2015 gününde oybirliğiyle karar verildi.