Davacı, tasarrufu teşvik primi kesintisi ve katkı payı ile nemasından oluşan 3.230,50 TL'nin yasal faizi ile birlikte davalılardan teselsül hükümleri gereğince tahsiline karar verilmesini istemiştir. Mahkemece davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir. Hükmün, davalılar avukatları tarafından temyiz edilmesi üzerine, temyiz isteğinin süresinde olduğu anlaşıldıktan ve Tetkik Hâkimi E.. T.. tarafından düzenlenen raporla dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra işin gereği düşünüldü ve aşağıdaki karar tespit edildi. 1-Davalı G... Belediye Başkanlığı vekilinin temyiz itirazlarının reddine. 2-Uyuşmazlık, davalı Sosyal Güvenlik Kurumu'nun, çalışanların banka hesaplarına işverence yatırılmayan tasarruf kesintisi ve katkı payları ile nema toplamından teselsül hükümlerine göre sorumlu olup olmadığı noktasında toplanmaktadır. Bir hukuksal ilişkinin borç ilişkisi sayılabilmesi için, taraflarına ve konusuna ait iki unsura ihtiyaç bulunmaktadır. Bunlardan biri, hukuki ilişkinin alacaklı ve borçludan oluşması, diğeri de alacaklının ifasını isteme yetkisine sahip olduğu, borçlunun ise ifa yükümlülüğü altına girdiği "edim" şeklinde açıklanabilir. Borç ilişkilerini düzenleyen Borçlar Kanunu'nda borcun kaynakları; sözleşme, haksız fiil ve sebepsiz zenginleşme olarak gösterilmiştir. İşveren ile on ve daha fazla işçi çalıştırılan iş yerlerinde çalışmakta olan işçiler arasında 3417 sayılı Yasa uyarınca kurulan zorunlu tasarruf ilişkisinde davalı Kurumun işlevi; tasarruf kesintileri ile sağlanacak olan işveren katkı paylarının öngörülen süreler içinde ilgililerin banka hesaplarına yatırılmaması durumunda, yatırılması gereken tutarların resen veya ilgililerin başvurusu üzerine tahsil edilerek, ilgili banka hesabına aktarılmasının sağlanması noktasında toplanmakta olup, davacı (ve işvereni) ile davalı Kurum arasında yukarıda tanımlanan nitelikte bir borç ilişkisi kurulmadığı çekişmesizdir. Zararın bir başka kişiye aktarılması, sorumluluk nedenlerinden birinin varlığı durumunda olanaklıdır. Müteselsil borçluluk, alacaklının, borcun tamamının ifasını birden çok borçludan ve dilediğinden isteyebildiği ve borcun tamamı ifa edilinceye kadar borçluların hepsinin sorumlu olduğu türden bir borç ilişkisidir. Müteselsil borçluluğun kaynakları Borçlar Kanunu'nun 141. maddesinde belirtilmiş olup, müteselsil borçluluk, kanun hükümlerinden veya hukuki işlemden doğmaktadır. Anılan maddenin ikinci fıkrasında yer verilen kanuni teselsül, müteselsil borçluluğun doğrudan doğruya bir kanun hükmüne dayandığı, bizzat yasa koyucunun öngördüğü borçluluk halidir ve teselsül, ancak kanunun öngördüğü durumlarda söz konusu olabilecektir. Müteselsil sorumluluğa ilişkin değerlendirme yapılabilmesi için, davacı ve işvereni ile davalı Kurum arasındaki (3417 ve 4853 sayılı Kanun hükümlerine dayalı bulunan) hukuksal ilişkinin içeriğinin belirlenmesinde zorunluluk vardır. Davalı Kurumun, bir kanun hükmü nedeniyle sorumluluk sebeplerinden birisine sahip olup olmadığı olgusu önem taşımaktadır. Davanın yasal dayanağını oluşturan, 29.04.2003 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Çalışanların Tasarruflarını Teşvik Hesabının Tasfiyesi ve Bu Hesaptan Yapılacak Ödemelere Dair 4853 sayılı Kanunun 7. maddesinde; 3417 sayılı Kanunun mülga 2. maddesi kapsamındaki hak sahipleri tarafından bu Kanun kapsamına giren alacaklarla ilgili olarak yargı mercilerine açılmış ve devam eden davalar ile icra takipleri hakkında bu Kanun hükümlerinin uygulanacağı; 8. maddesinde, 3417 sayılı kanun hükümlerine göre, ücretlerden yapılması gereken tasarruf kesintileri ile katkı paylarını süresi içinde ilgililer adına açılmış bulunan Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırmayan işverenlerden; yatırılması gereken miktarlar ile gecikme zammının, resen veya ilgililerin başvurusu halinde Sosyal Sigortalar Kurumunca 506 sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu'nun primlerin tahsiline ilişkin hükümleri dairesinde tahsil olunarak TC. Ziraat Bankası şubelerindeki ilgili Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırılacağı, 3417 sayılı Kanunun mülga 2. maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamındaki personelin aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintileri ile Devlet ve işveren katkılarını süresi içinde ilgililer adına açılmış bulunan Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırmayan kurumların, yatırılması gereken miktarların resen veya ilgililerin başvurusu halinde yasal faiziyle birlikte T.C. Ziraat Bankası şubelerindeki ilgili Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırılmasından sorumlu olacakları yönünde düzenleme yapılmıştır. Madde ile atıfta bulunulan 506 sayılı Yasanın, primlerin ödenmesine ilişkin 80. maddesinin beşinci fıkrasında ise; Kurumun, süresi içinde ödenmeyen prim ve diğer alacaklarının tahsilinde, 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 51, 102 ve 106. maddeleri hariç diğer maddelerinin uygulanacağı, Kurumun, 6183 sayılı Yasanın uygulanmasında Maliye Bakanlığı, diğer kamu kurum ve kuruluşları ve mercilere verilen yetkileri kullanacağı, prim ve diğer alacaklarının süresi içinde ve tam olarak ödenmemesi halinde, ödenmeyen kısmına uygulanacak gecikme cezasının ne şekilde hesaplanacağı hükme bağlanmıştır. Davalı Kurumun tahsil yükümlülüğü, 4853 sayılı Yasanın 8. maddesinin ilk fıkrasına dayalı olup, anılan fıkrada, Kurumun ayrıca bir sorumluluğundan söz edilmemiştir. İkinci fıkrada ise; 3147 sayılı Yasanın mülga 2. maddesinin birinci fıkrasının (a) ve (c) bentleri kapsamındaki personelin (ki bunlar; Devlet memurları ve sözleşmeli statüde çalışan personeli kapsamaktadır) aylık ve ücretlerinden tasarruf kesintileri ile Devlet ve işveren katkılarını süresi içinde ilgililer adına açılmış bulunan Tasarrufu Teşvik Hesaplarına yatırmayan ilgili Devlet Kurumları sorumlu tutulmuş olup, davalı Kurumun bu fıkra kapsamında ele alınmasına olanak bulunmamaktadır. Diğer taraftan; 01.04.1988 tarihinde yürürlüğe giren Çalışanların Tasarrufa Teşvik Edilmesi ve Bu Tasarrufların Değerlendirilmesine Dair 3417 sayılı Yasa ile çalışanların tasarruflarının artırılması amacı güdülmüş, bunu sağlamak için çalışanların aylık veya ücretlerinden belirli oranda kesinti yapılması, Devlet veya işverenlerin bu tasarruflara katkıda bulunması sonucu toplanacak paraların en iyi şekilde nemalandırılması öngörülmüş; 4853 sayılı Yasa uyarınca da, çalışanların tasarruflarını teşvik hesabının tasfiyesi sırasında hak sahiplerine yapılacak ödemeler ve tasfiye süresince bu paraların değerlerinin korunmasına ilişkin usul ve esaslar belirlenmiştir. Anılan Yasanın 8. madde gerekçesindeki anlatımlardan, kanun koyucunun; kesinti, katkı payı ve nema toplamının tahsilini teminen Kurum yönünden müteselsil sorumluluğu öngördüğü yönünde bir değerlendirmede bulunmadığı görülmektedir. Kanunlarda yasal teselsüle yer verilmesinin amacı; borçlular arasında çıkar birlikteliğinin varlığı veya öyle kabul edilmesi, alacaklıya özel durumlarda güvence sağlanmak istenmesi, birden çok kişinin kusurlu eylemi ile zararın doğması olarak gösterilebilir. 3417 ve 4853 sayılı Yasalar uyarınca tasarrufu teşvik alacaklısına sağlanmaya çalışılan güvence; işveren karşısında güçsüz konumda bulunan çalışanın, belirtilen kesinti, katkı payı ve nema toplamı yönünden oluşan alacağını kamu alacağı seviyesine çıkararak, onun 6183 sayılı Kanun hükümleri gereğince davalı Kuruma tanınan olağanüstü takip ve tahsil yollarından yararlandırılmasını sağlamak şeklinde belirmektedir. Bununla birlikte; teselsüle dayalı sorumluluk hallerine 506 sayılı Yasanın 79, 80 ve 87. maddelerinde açıkça yer verilmiş olup, Türk Ticaret Kanunu'nun 7. maddesindeki, ticari işler için öngörülmüş olan teselsül karinesinin bir benzeri sosyal güvenlik mevzuatında düzenlenmemiştir. Teşkilat ve mali yönetim mevzuatı yönünden bakıldığında ise 5502 sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu'nun 34. maddesinde Kurumun giderleri sayılırken, işverence karşılanmayan tasarruf kesinti, katkı ve nema tutarlarının ödenmesine ayrıca yer verilmediği de görülmektedir. Anılan yasal mevzuat ile içeriğinde sosyal güvenlik kurumlarına da yer veren 5018 sayılı Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu hükümleri hep birlikte ele alındığında, çalışanların zorunlu olarak tasarrufa teşvik edilmesi ve bu tasarrufların değerlendirilmesi kapsamında oluşan hukuksal ilişkinin borçlusunun işveren olduğu, davalı Kurumun, borç ilişkisinden doğan edimi ifayla yükümlü olan, kendisinden edimin ifası istenen kişi konumunda bulunmadığı; 4853 sayılı Yasadan doğan yükümlülüğün kapsamının; sigortalı adına ve hesabına tahsilden ibaret olduğu yönünün mevzuatında öngörülmesi karşısında, Kuruma verilen bu görev ve yetkinin aynı zamanda müteselsil borçluluğu kapsamadığı sonucuna varılmalıdır. Yukarıda açıklandığı gibi, 4853 sayılı Yasanın 8. maddesinin davalı Kurumu içeren birinci fıkrasında Kurumun sorumlu olacağı yönünde hüküm bulunmadığı açıktır. Kuruma tanınan bu yetkinin, Anayasanın 60. maddesi ile güvence altına alınan, herkesin sosyal güvenlik hakkına sahip olduğu yönündeki evrensel ilkenin uygulamada etkinleştirilmesi amacını güttüğü, aksi düşüncenin ise, asıl işlevi sosyal sigorta kolları bakımından sigortalılarına güvence sağlamak olan Kurumun işlevsizleşmesine yol açacağı belirgindir. Davalı Kurumun, 3417 ve 4853 sayılı Yasa hükümlerince kendisine yüklenen tahsil görevinin müteselsil borçluluk ile örtüştürülmesi, kanunda belirtilen amaç ve Sosyal Güvenlik Kurumu ile sağlanmaya çalışılan işlev ile bağdaşmamaktadır. Dolayısıyla davalı Kuruma tanınan resen tahsil yetkisi, anılan borçtan işverenle birlikte teselsül hükümleri gereğince sorumluluğu içermemektedir. Nitekim Yargıtay Hukuk Genel Kurulu'nun 02.05.2007 gün ve 2007/21-228 Esas, 2007/247 Karar sayılı ilamı ile 04.07.2007 gün ve 2007/10-433 Esas, 2007/455 Karar sayılı ilamında da aynı görüş ve yaklaşım benimsenmiştir. Sıralanan maddi ve hukuki olgular gözetilerek, davalı Kurum yönünden davanın reddine karar verilmesi gerekirken, davalı işverenle birlikte davalı Kurumun da teselsül hükümlerine dayalı şekilde sorumluluğuna hükmedilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. O halde, davalı Kurum vekilinin bu yönleri amaçlayan temyiz itirazları kabul edilmeli ve hüküm bozulmalıdır. S O N U Ç : Temyiz edilen hükmün yukarıda açıklanan nedenlerle BOZULMASINA, 10.02.2009 gününde oybirliğiyle karar verildi.