MAHKEMESİ: ÇORLU 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 12/05/2011NUMARASI: 2009/179-2011/317Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Dava, ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı H. T.’un Çorlu Sulh Hukuk Mahkemesinin 13.06.2006 tarih, 2005/1672 esas, 2006/635 karar sayılı ilamı ile vesayet altına alınarak kızı A. Y.’ın vasi atandığı, mahcur H.’in vesayet altında olduğu dönemde torununun eşi dava dışı S. V.’ı 18.04.2007 tarihinde vekil tayin ettiği, anılan vekil S.’ın çekişme konusu 1379 parsel sayılı taşınmazı 30.04.2007 tarihli akitle dava dışı M. S.’e, ondan 06.04.2008 tarihli akitle İ. K.’a, ondan da 09.04.2008 tarihli akitle davalı M.’a satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.Mahkemece, ilk yapılan temlik sırasında davacı H.’in vesayet altında olduğu, dolayısıyla birinci el konumunda bulunan M.’ın 1939 tarih, 11/60 sayıl?? İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca tapu sicillerinin aleniyetinden ve sicile güven ilkesinden hareket ederek taşınmaz edinen konumunda olmayıp, sicilin dayanağını oluşturan belgeye dayalı olarak iktisap ettiği ve anılan işlem sırasında kullanılan vekaletname gereğince düzenlenen akde istinaden taşınmazı elde eden kişi olup, Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinden istifade edemeyeceği açıktır.Ne varki, ondan edinen ikinci ve üçüncü el konumunda bulunan İbrahim ile davalı Maşallah’ın kayıt malikinin ehliyetli olup olmadığını bilen ve bilmesi gerekli olan konumunda bulunmadıklarının anlaşılması halinde, Türk Medeni Kanununun 1023. maddesinin koruyuculuğundan istifade edecekleri kuşkusuzdur. Ne varki, bu konudaki inceleme ve değerlendirmenin hükme elverişli olduğu söylenemez.Bilindiği üzere; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Hal böyle olunca; yukarıdaki ilke ve olgular doğrultusunda gerekli araştırma ve incelemenin yapılaması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir. Davalının bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 20.09.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.