Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 9406 - Karar Yıl 2012 / Esas No : 5546 - Esas Yıl 2012





MAHKEMESİ : ÇORLU 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 27/12/2011NUMARASI : 2009/207-2011/650Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar bir kısım davalılar vekilince yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 11.09.2012 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz edenler vekili Avukat F. A.ile temyiz edilen vekili Avukat İ. K., Avukat M. G. ve .....Firma yetkilisi A.G. B.... geldiler, davetiye tebliğine rağmen davalı asiller gelmediler, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; 568 ada 1 parsel sayılı taşınmazda 12.11.2007 tarihinde kat irtifakı kurularak çekişme konusu bağımsız bölümlerin davacı şirket adına tescil edildiği, 20.11.2007 tarihinde noterde düzenlenen vekaletname ile davalı Ö.F.'un vekil tayin edildiği, daha sonra değişik tarihlerde anılan vekaletname kullanılarak davacı şirket adına kayıtlı çekişme konusu bağımsız bölümlerin satış suretiyle davalılara temlik edildiği anlaşılmaktadır.Davacı şirket vekili, davalı Ö. F.'un vekalet görevini kötüye kullanarak temliklerde bulunduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.Ne varki, mahkemece, hüküm kurmaya yeterli araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 (6098 sayılı T.B.K.'nun 506/2) maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; davacı şirketin müteahhit, davalı şirketin taşeron sıfatı ile aralarında Marmaracık 458 adet konut inşaatı için imzalanan10.4.2008 tarihli taşeron sözleşmesinde; taşeronun 25.4.2008 tarihinde işe başlayacağı 31.12.2012 tarihinde tamamlanacağı, taşeronun yaptığı iş bedeli olarak müteahhidin proğramı doğrultusunda aylık hakedişlerin düzenlenerek daire başı bedel ve bu bedele karşılık verilecek dairelerin liste halinde belirlendiğinin kararlaştırıldığı, ayrıca her iki şirket arasında 1.3.2009 tarihinde düzenlenen müteahhitlik sözleşmesinde ise, çekişme konusu 1 parsel üzerinde bulunan 10 adet blok ve 458 adet daireden oluşan inşaat işinin davacı şirket üzerine alınan ruhsatın, Marmaracık Belediyesinden alınan yetkilerin davalı .....İnşaat Ltd Şt ne geçmesi, geriye kalan bütün tapu kayıtlarının .....İnşaat Ltd Şt ne verilmesi, kalan tüm imalatın yapım, devir, hak ve sorumlulukların davalı şirket üzerinde olacağı kararlaştırılmıştır. Ancak, mahkemece anılan sözleşmeler uyarınca davalı şirkete hangi dairelerin verildiği ve sözleşme kapsamında şirketin edimini yerine getirip getirmediği, mevcut yapıların kimin tarafından yapıldığı hususları üzerinde yeterince durulmamış, ayrıca "Marmaracık Projesi" olarak adlandırılan 10 blok 458 daireden oluşan ana sözleşmenin kimler arasında imzalandığı ve o sözleşmedeki hak ve yükümlülüklerin neler olduğu, öte yandan davalı şirkete ait ticari defter ve kayıtlarınında araştırılmadan sonuca gidildiği anlaşılmaktadır.Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve somut olgular ile tarafların tüm delilleri birlikte değerlendirilerek, her iki şirketin hak ve yükümlülüklerinin saptanması, bu bağlamda gerek arsa malikleri ile yüklenici şirket arasında ve gerekse yüklenici ile taşeron şirket pozisyonundaki şirket arasında yapılan tüm sözleşmelerin eksiksiz olarak dosyaya temin edilmesi, kararlaştırılan edimlere karşılık olmak üzere kimin neyi ve hangi bir veya birçok bağımsız bölümleri edinmesi ve diğer tarafa devri gerektiğinin, duraksamaya yer bırakmayacak biçimde saptanması, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yetinilerek yazılı şekilde hüküm kurulması doğru olmadığı gibi, kabule göre de, son oturumda vekaleti yeni aldığını söyleyen davalı vekilinin davaya yönelik beyanda bulunmak için süre istediği halde savunma hakkının kısıtlanmış olmasıda isabetli değildir.Davalıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21.12.2011 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 900.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 11.09.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.