MAHKEMESİ : SULTANBEYLİ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ,TARİHİ : 25/06/2009NUMARASI : 2006/1040-2009/576Taraflar arasında görülen davada;Davacı, çekişme konusu taşınmazdaki pay miras bırakan babası A.H.K. adına kayıtlı iken davalı ve murisin kızı vekil H. H.tarafından diğer davalı H. temlik edildiğini, murisin taşınmazdaki payı satmayı düşünmediği gibi vekilin satış bedelini kendi adına aldığını, vekalet yetkisinin kötüye kullanıldığını, ayrıca gabinin koşullarının da oluştuğunu, diğer davalı H.da iyi niyetli olmayıp taşınmazdaki payı düşük bedelle satın aldığını, miras bırakanın hukuki ehliyetinin de bulunmadığını ileri sürerek, payı oranında iptal ve tescil olmazsa tazminat isteminde bulunmuştur.Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, murisin iradesini etkileyen bir rahatsızlığının bulunmadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.Dava, hukuki ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması ve gabin hukuki nedenlerine dayalı tapu iptal- tescil olmazsa,bedelin tahsili isteğine ilişkindir.Mahkemece, murisin iradesini etkileyen bir rahatsızlığın bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.04.1990 gün ve 1990/1-152-1990/236 sayılı kararında da vurgulandığı üzere davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur.Somut olayda, temlikin 14.12.2005 tarihinde yapıldığı, vasiyetnamenin iptaline ilişkin dosyada Adli Tıp Kurumundan alınan rapor ile murisin 27.12.2005 tarihi itibarıyla hukuki ehliyete haiz olduğunun saptandığı, eldeki dava bakımından temlikin daha önceki bir tarihte olması nedeniyle hukuki ehliyetsizlik iddiasının sabit olmadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan, vekil aracılığı ile yapılan temlikler bakımından gabin iddiasının dinlenemeyeceği de açıktır.Ne varki, mahkemece vekalet görevinin kötüye kullanılması iddiası üzerinde durulmuş değildir.Bilindiği üzere, Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Hal böyle olunca, vekalet görevinin kötüye kullanılmasına yönelik iddianın yukarıdaki ilkeler uyarınca araştırılması, taraf delillerinin toplanması, toplanan ve toplanacak deliller birlikte değerlendirilip, varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 27.9.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.