Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 9278 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 7868 - Esas Yıl 2010





Dava, tapu iptali ve tescili isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; çekişme konusu 2377 parsel sayılı taşınmaz öncesinde davalı adına kayıtlı iken davalının 15.07.2002 tarihli akitle taşınmazı davacıya, onunda aynı yeri 07.10.2005 tarihli akitle yeniden davalıya satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır. Davacı, taşınmazın ilk defa yurt dışından gönderdiği paralar ile satın alınmasına karşın davalı adına kayıt oluşturulduğunu, daha sonra davalının belirtilen nedenle yeri davacıya devrettiğini, ne var ki, sonraki hileli hareketleri sonucu taşınmazın yeniden davalıya temlikinin sağlandığını ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. İddianın açıklanan içeriği ve ileri sürülüş biçimi itibariyle inançlı işleme ilişkin ifadeler eldeki davanın konusu olan olaylardan önceki aşamaya ilişkin olup, davanın, davalının davacıya karşı gösterdiği iyi davranışlarla kandırıldığı iddiasına dayalı olduğu görülmektedir. Bu durumda, davada hile iddiasının araştırılması gerekeceği kuşkusuzdur. Bilindiği üzere; Hile, genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya,özellikle sözleşme yapmaya sevketmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak,veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma hilede yanıltma söz konusudur.B.K'nun 28/l maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz.Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable Şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Öte yandan, hile her türlü delille isbat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir.Hilenin öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluylada kullanılabilir. Somut olayda; yukarıda açıklanan ilke ve olguları kapsar biçimde bir araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur. Hal böyle olunca; tarafların iddia ve delilleri ile açıklanan ilkeler doğrultusunda gerekli araştırma yapılıp hasıl olacak sonuca göre bir hüküm kurulması gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi doğru olmadığı gibi, HUMK.nun 112.maddesinin 2. cümlesindeki ““hükmün icrasını temin için”” deyiminden de anlaşılacağı gibi, mahkemece, ancak davanın kabulüne karar verilmiş olması halinde, davalı aleyhine verilmiş olan hükmün icrasını temin için, ihtiyadi tedbirin devamına karar verilebilir. Buna karşılık, mahkemenin davanın reddine karar vermiş olması halinde, ihtiyadi tedbir almış olan davacı haksız çıkmış olduğundan ve davalı aleyhine icra edilecek bir hüküm söz konusu olmadığından, mahkeme davanın reddi kararında ihtiyadi tedbir kararı veremeyeceği de açıktır. Ancak, dairece hüküm bozulduğuna göre mahkemece, HUMK.nun 101-113 maddeleri uyarınca durumun değerlendirileceği de izahtan varestedir. Tarafların temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerle HUMK.nun 428. maddesi gereğince hükmün BOZULMASINA, bozma nedenine göre, avukatlık ücreti yönünden şimdilik bir değerlendirme yapılmasına yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 23.9.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.