MAHKEMESİ : BAKIRKÖY 6. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 26/03/2013NUMARASI : 2010/663-2013/166Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece tapu iptal ve tescil isteğinin reddine, davalı K.. Ç.. aleyhine açılan tazminat davasının kabulüne ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi .. .. 'ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Dava, ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukusal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil olmazsa tazminat isteğine ilişkindir. Mahkemece, davacının iptal-tescil talebinden vazgeçtiği, davasını bedele dönüştürdüğü gerekçesiyle tapu iptal ve tescil davasının reddine, bedelin davalı K.. Ç..'dan tahsiline karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 4217 parsel sayılı 341 m2'lik tarla nitelikle olup üzerinde zemin+3 normal kattan oluşan bina bulunan taşınmazın 1/2 payı davacı adına kayıtlı iken Bakırköy 11. Noterliğinin 4.5.2006 tarih, 21697 yevmiye sayılı genel vekaletnamesi ile eşi Hasan Çınardan intikal eden veya tapu ile sahibi olduğu taşınmazların satışı için verdiği yetkiye dayanarak vekili M.. Ü.. tarafından 22.6.2006 tarihli akitle davacının oğlu K.. Ç..'a satıldığı, Kazım'ın 2.7.2008 tarihinde dava dışı kişilerden bir miktar pay daha satın alıdıktan sonra 27.10.2009 tarihinde 111/341 payını diğer davalı M.. Ç..'a satış suretiyle aktardığı halen 111/341 payın Mustafa, 127/1705 payın Kazım adlarına kayıtlı olduğu, davacı vekilinin 18.12.2012 havale tarihli dilekçesinde dava değerini ıslah ederek öncelikle tapu iptali-tescil olmazsa 1/2 payın keşfen saptanan değerini istediği, ıslah dilekçesinde iptal-tescil isteğinden vazgeçmediği görülmektedir../..Davacı Z.. Ç.., 4217 parsel sayılı taşınmazın yarı oranında paydaşı ve 70 yaşında, alzheimer hastası, çevrenin yardımı ile yaşayan bir kişi olduğunu, davalı oğlu Kazım'ın hastalığından ve yaşlılığından yararlanarak taşınmazlarını ele geçirmek amacıyla kendisini kandırıp hile ve hataya düşürüp tüm taşınmazların satışını kapsar şekilde arkadaşı M.. Ü..'ın vekil tayin edilmesini sağladığını ve vekilin vekalet görevini kötüye kullanarak dava konusu taşınmazdaki payını davalı oğluna devretiğini, dava açılacağını öğrenen Kazım'ın 111/341 payını diğer davalı arkadaşı Mustafa'ya muvazaalı olarak temlik ettiğini, herhangi bir bedel ödenmediğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.Davalı Mustafa, tapu kütüğündeki kayda güvenerek, bedeli karşılığında K.. Ç..'dan pay satın aldığını, davalı Kazım, annesinin kızına mal vermemek için taşınmazı Muharrem'e devrettiğini, Muharrem'in kendisine, kendisinin de Mustafa'ya temlik ettiğini, annesinin Muharrem'e devrederken harhangi bir para almadığını bildirip davanın reddini savunmuşlardır.Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 11.04.1990 gün ve 1990/1-152 E.; 1990/236 K. sayılı kararında da vurgulandığı üzere davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırılık yoktur.Bununla birlikte, ehliyetsizlik iddiasının kamu düzeniyle ilgili olması ve ehliyetsizliğin saptanması halinde diğer nedenlerin incelenmesine gerek kalmayacağı hususları gözetildiğinde, anılan isteğin öncelikle ele alınması kaçınılmazdır. Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, TMK'nin 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.6.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. ../...Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafiklerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen TMK'nin 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Somut olayda; davacının ehliyetli olup olmadığı yönünde hiç bir araştırma yapılmadan sonuca gidilmiştir.Diğer taraftan; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. 6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir.Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK'nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır. .../....Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Hal böyle olunca, tarafların hukuki ehliyetsizlik yönünde bildirecekleri tüm delillerin toplanması, davacıya ait sağlık kurulu raporları, hasta müşahade kayıtları, reçeteler ve benzeri belgelerin getirtilmesi, ondan sonra 2659 sayılı Yasanın 7 ve 16. maddeleri uyarınca davacıyla birlikte dosyaAdli Tıp Kurumuna gönderilerek davacının vekaletnamenin verildiği tarihte ve akit tarihinde ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması, ehliyetsiz olduğu saptanırsa vasi tayini için işlem başlatılması, vasi tayin edildikten sonra vasi marifetiyle yargılamaya devam edilmesi, ehliyetli olduğunun saptanması halinde yukarıda sözü edilen ilkeler uyarınca, vekalet görevinin kötüye kullanılması iddiasının incelenmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik soruşturma ile yetinilerek, yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.Davacının, temyiz itirazları açıklanan nedenlerden ötürü yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı HMK'nun geçici 3/2. maddesi yollamasıyla) HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 17.06.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.