Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada;Davacı, şirket adına kayıtlı olan 5 parsel sayılı taşınmazdaki 16 nolu bağımsız bölümün cebri icra yoluyla davalı İ……..e satıldığını, ihalenin iptali için açılan dava sırasında taşınmazın diğer davalı A..'ye devredildiğini, ihalenin feshedilerek kesinleştiğini ileri sürerek tapu iptal tescil isteğinde bulunmuştur. Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır. Davanın husumet yokluğu nedeniyle reddine ilişkin olarak önceden verilen karar, Dairece, "müflisin iptal ve tescil davası açmakta aktif dava ehliyetinin bulunduğu, iflas idaresininde davaya karşı koymadığı, işin esasının incelenip bir karar verilmesi" gerektiği gerekçesiyle bozulmuş, mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan yargılama sonucu asıl davanın kabulüne, birleşen dava konusuz kaldığından hüküm kurulmasına yer olmadığına karar verilmiştir. Karar, davalılar tarafından süreinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriğine, toplanan delillerden, çekişme konusu 5 parsel sayılı taşınmazdaki 16 nolu bağımsız bölümün davacı şirkete ait iken yapılan icra takibi sonucu 7.3.1994 tarihinde davalılardan İbrahim adına tescil edildiği,11.3.1994 tarihinde açılan ihalenin feshi davası sonucunda İzmir 5.İcra Tetkik Mercii 29.2.1996 tarih 1996/16 Esas 1996/148 karar sayılı ilamıyla ihalenin feshedildiği, ancak fesih öncesinde taşınmazın 5.9.1994 tarihli akitle diğer davalı A..'ye satış yoluyla intikal ettirildiği görülmektedir.Gerçektende davalı İ…….. bakımından çekişmeli taşınmazın mülkiyetinin nakli sebebi olana ihalenin feshedilmiş olduğu dikkate alındığında bu davalı yönünden sicilin dayanaksız kaldığı gözetilerek hüküm kurulması doğrudur.Davalı İ…….. bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir.Reddine;Nevarki, taşınmazı İ……… 'den satış yoluyla edinen diğer davalı A……'nin temellükünde iyiniyetli olduğunun saptanması durumunda Türk Medeni Kanununun 1023.maddesi koruyuculuğundan yararlanması gerekeceği kuşkusuzdur.Bilindiği üzere; hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları,dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle,alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiş tir.Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir.Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır.İşte bu nedenle Devlet,nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış,iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş,değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tesçile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür. Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde,huzur ve güveni koruma,toplam düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı,kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu,iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Somut olayda, mahkemece kayıt maliki A……'nin iyiniyetli olmadığı şeklinde düşünceye hüküm gerekçesinde yer vermiş olmakla birlikte, bu konuda yeterli bir araştırma yapıldığı ve delil toplandığı söylenemez.Halböyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler gözetilmek suretiyle davalı A……'nin iyiniyetli olup olmadığının araştırılması sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.Davalı A..'nin bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir.Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 21.9.2006 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.