MAHKEMESİ : BULANCAK ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 29/03/2013NUMARASI : 2008/135-2013/187Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 16.09.2014 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz edenler vekili Avukat M..Ö.. geldi, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen vekili Avukat gelmedi,yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:-KARAR-Dava; hukuki ehliyetsizlik, hata-hile, ikrah hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Davacı, babaları S..T..'ın kayden maliki bulunduğu 285 ada, 100 parsel sayılı taşınmazdaki payını hukuki ehliyetinin olmadığı bir dönemde , satış yoluyla davalıya temlik ettiğini, banka hesaplarındaki hareketlilik ve bankadan yüklüce kredi çektiğini öğrenmeleri üzerine yaptıkları araştırmada temlikten haberdar olduklarını, vesayet altına alınması için dava açıldığını, ehliyetsizliğinden yararlanılarak, aldatılıp, korkutularak çekişmeli payın, üzerindeki evle birlikte bedelsiz devredildiğini, ileri sürerek tapu kaydının iptali ile kısıtlı adına tesciline karar verilmesini istemiş, yargılama sırasında 18/03/2012 tarihinde kısıtlının ölümü üzerine mirasçılardan E.. T.. davaya dahil edilmiş, 29/03/2013 tarihli dilekçede ise davanın aynı zamanda bedeller arasındaki aşırı orantısızlık iddiasını da içerdiğini bildirmişlerdir.Davalı, taraf teşkili sağlanmadan davanın dinlenemeyeceğini, taşınmazı rayiç değeri üzerinden satın aldığını, borca karşılık temlik edildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, ehliyetsizlik hukuksal nedenine münhasıran yapılan değerlendirme sonucunda iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar tarafından temyiz edilmiştir.Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davaya konu 285 ada, 100 parsel sayılı taşınmazda 10320/34704 pay S..T.. adına kayıtlı iken 18/02/2008 tarihli, satış akdi ile üçüncü kişi konumundaki davalıya temlik edildiği, davacının kayıt maliki babasının temlik tarihinde ehliyetsiz olduğu, aynı zamanda iradesinin fesada uğratıldığı (hata-hile-ikrah) iddiasıyla 22/04/2008 tarihinde eldeki davayı açtığı, temliki işlemi yapan ve hukuki ehliyetten yoksun olduğu iddia edilen S..T..'ın dava açıldığı tarihte sağ olduğu, yargılama sırasında Türk Medeni Kanunu'nun (TMK) 405 ve devamı maddeleri uyarınca vesayet altına alınarak oğlu olan davacının vasi atandığı ve TMK'nin 462/8. maddesi uyarınca husumete izin yetkisi alınmakla, usûl ekonomisi gereğince başlangıçta olmayan "dava şartının" yargılama sırasında gerçekleştiği, kaldı ki; anılan kişinin yargılama sırasında 18/03/2012 tarihinde öldüğü, böylelikle vasi sıfatıyla davada yer alan davacının mirasçılık sıfatını kazandığı anlaşılmaktadır.Hemen belirtilmelidir ki; S..T..'ın ölümü ile birlikte mirasçıları tereke üzerinde elbirliği (iştirak) halinde maliktirler. 4721 s. Türk Medeni Kanununun (TMK) 701. ila 703. maddelerinde düzenlenen bu tür mülkiyette (ortaklığın) tüzel kişiliği olmadığı gibi mülkiyet hakkı bir bütün olarak ortaklardan tümüne ait olup ortaklar arasında zorunlu dava arkadaşlığı bulunmaktadır. Ancak, açıklanan kural yargısal uygulamada kısmen yumuşatılmış, bir ortağın tek başına dava açabileceği, ne var ki, davaya devam edebilmesi için öteki ortakların olurlarının (onaylarının) alınması veya miras şirketine atanacak temsilci aracılığı ile davanın sürdürülmesi gerektiği kabul edilmiştir (11.10.1982 tarihli 1982/3-2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı). Nitekim, bu hususun mahkemece de benimsendiği, Bulancak Sulh Hukuk Mahkemesinin 2012/157 Esas, 2012/177 Karar, sayılı mirasçılık belgesi ile mirasçılarının saptandığı, dava dışı kalan Ercan ve Ö.. T..'ın davaya dahil edilmesinin istenildiğini, mirasçılardan E.. T..'ın vekil aracılığıyla davaya katılımının sağlandığı, diğer mirasçı Ö.. T.. bakımından ise eksiğin tamamlatılması yoluyla getirtilen belgelerden Bulancak Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/876 Esas ve 2009/104 Karar sayılı ilamı ile vesayet altına alındığı, davacının vasi tayin edildiği, davada davacının kendi adına asaleten Ö.. T.. adına da vesayeten yer aldığı ancak husumete izin kararının bulunmadığı görülmektedir.Bilindiği üzere; dava ehliyeti, 6100 sayılı HMK'nin 51. maddesinde (1086 sayılı HUMK'nın 38. maddesi) , dava şartı olarak benimsenmiş, 03/03/1993 günlü ve 773/82 sayılı Hukuk Genel Kurulu kararında da; dava şartlarının davanın açıldığı tarihten, hükmün kurulduğu tarihe kadar varlığını devam ettirmesinin temel kural olduğu açıkça vurgulanmıştır. Dava şartlarının, davanın açıldığı tarihte gerçekleşip gerçekleşmediği hususunun mahkemece re'sen gözetilmesi, dava açılırken bulunmayan dava şartının yargılama sırasında tamamlanması halinde dava ekonomisi yönünden davanın esasına girilerek sonuçlandırılması gerektiği de tartışmasızdır. Diğer taraftan davanın hukuki ehliyeti haiz gerçek ve tüzel kişiler tarafından açılması, gerçek kişilerin hukuki ehliyetten yoksun bulunması halinde ise; 4721 sayılı Türk Medeni Kanunu'nun 462/8. maddesi hükmü uyarınca dava için husumete izin kararı alan vasi aracılığıyla açılması gerektiği de kuşkusuzdur.Öyle ise; ehliyetsiz olduğu saptanan ve vesayet altına alınan Ö.. T..'ın, davada yasal temsilcisi olan vasisi tarafından temsil edilmesi, vasinin 4721 sayılı, TMK'nin 462/8. maddesi gereğince husumete izin kararı alarak bizzat veya tayin ettiği vekil aracılığıyla yargılamayı yürütmesi gerekirken taraf teşkili sağlanmadan, davanın görülebilirlik koşulu gözardı edilerek yazılı olduğu üzere davanın esası hakkında hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Öte yandan; davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usûl ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Nitekim Hukuk Genel Kurulunun 11.04.1990 tarihli, 1990/1-152 esas-1990/236 karar sayılı kararında da aynı husus benimsenmiştir. Böylesi bir durumda, kamu düzenini ilgilendirmesi bakımından öncelikle ehliyetsizlik iddiası üzerinde durulması gerektiğinde kuşku yoktur. Mahkemece de bu husus gözetilerek 2659 sayılı Yasanın 7. ve 16. maddeleri uyarınca Adli Tıp Kurumu, 4. İhtisas Kurulundan alınan raporla, davada temliki işlemi yapan ve adına tescili istenilen babanın temlik tarihinde ehliyetli olduğu saptanarak ehliyetsizlik iddiası yönünden davanın reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.Ne var ki; eldeki davada, dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, davada ehliyetsizlik hukuksal nedeni yanısıra yanılma (hata), yanıltma (hile) ve korkutma (ikrah) hukuksal nedenlerine de dayanıldığı halde mahkemece anılan hukuksal nedenler bakımından araştırma ve inceleme yapılmaksızın sonuca gidilmiş olmasında aynı isabetin sağlandığını söyleyebilme olanağı yoktur. Hata (yanılma); genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma, hilede ise yanıltma söz konusudur. 818 s. Borçlar Kanunu'nun (BK) 28/1. (6098 s. Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 36/1. ) maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse yanılma (hata) esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Yanılma (hata) ve aldatma (hile) her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Yanılma ve aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir. Diğer taraftan; bir kimse, karşı tarafın veya üçüncü bir kişinin kendisi veya yakınlarının maddi veya manevi varlığına yönelik hukuka aykırı ve esaslı korkutması sonucu yaptığı sözleşme ile bağlı sayılamaz. 818 sayılı Borçlar Kanunun 30. (6098 Sayılı Yasanın 38.m) maddesinde belirtildiği üzere korkutmadan sözedilebilmesi için korkutmanın sözleşmeyi yapan kimsenin veya yakınlarının kişilik haklarına veya malvarlıklarına yönelik olması, korkutmaya maruz kalanın subjektif durumuna göre ağır ve derhal meydana gelebilecek nitelik taşıması, haksız (hukuka aykırı) sayılması, illiyet bağının bulunması, yani sözleşmenin, yarattığı korku sonucu yapılması zorunludur. Bu koşulların varlığı halinde iradesi sakatlanan taraf, isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir. Hemen belirtmek gerekir ki; iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Korkunun kalktığı tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde sözleşme karşı tarafa yöneltilecek tek taraflı sarih ve zımni bir irade açıklaması ile feshedilebileceği gibi def'i veya dava yoluyla da kullanılabilir. Sözleşme iptal edilmekle yapıldığı andan itibaren ortadan kalkacağı için yerine getirilen edim ayni bir istihkak davası (tapulu taşınmazlarda iptal ve tescil davası), bunun mümkün olmadığı hallerde sebepsiz zenginleşme davası ile geri istenebilir. Hâl böyle olunca; öncelikle mirasçılardan Ö.. T.. bakımından husumete izin kararı alınarak davanın görülebilirlik koşulunun sağlanması, daha sonra davada dayanılan diğer hukuksal nedenler bakımından yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, toplanan ve toplanacak delillerin birlikte değerlendirilmesi, hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ve soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.Davacılar vekilinin temyiz itirazları belirtilen nedenlerle yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.12.2013 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz edenler vekili için 1.100.00.-TL. duruşma vekâlet ücretinin temyiz edilenden alınmasına, 22.01.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.