MAHKEMESİ : SAKARYA 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 19/10/2010NUMARASI : 2009/528-2010/448Taraflar arasında görülen davada; Davacı, kayden paydaşı olduğu 1295 parsel sayılı taşınmazda dava dışı şirket adına akaryakıt istasyonu kurulması ve bayilik ilişkisi tesisi için Petrol Ofisi A.Ş. ile protokol yapılması amacıyla kardeşi N.'e 7.4.2006 tarihinde vekaletname verdiğini, ancak N.'in vekalet görevini kötüye kullanarak anılan taşınmazdaki 1/4 payını diğer kardeş davalı A.'ye 4.12.2006 tarihinde ve satış suretiyle devrettiğini, davalının vekil N. ile el ve işbirliği içinde hareket ettiğini ileri sürerek, tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.Davalı, davacının ortak miras bırakandan babadan kalan tereke borçlarını kardeşlerine ödettiği gibi davacıya elden ödemeler yapıldığını, vekaletnamenin bu nedenle dava konusu hissesinin satışı amacıyla verildiğini ve davacının satış bedelini tahsil ettiğini belirterek, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davacının, dava konusu taşınmazın iradesi dışında N. tarafından davalıya satıldığı hususunu ispat edemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı vekili tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 20.09.2011 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat A.A. ile temyiz edilen vekili Avukat M. Z. G.geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 1295 parsel sayılı taşınmazdaki davacının ¼ payının Sakarya 3. Noterliğince düzenlenen 07.04.2006 tarih ve 05952 sayılı vekaletnamesine istinaden vekili ve kardeşi olan dava dışı N. tarafından 04.12.2006 tarihinde ve satış suretiyle diğer kardeşi davalıya temlik edildiği, N.’in aynı akitle annesine ait payı da vekaleten davalıya devrettiği ve davalının payını da kendisi aynı gün satın alarak davalıyla taşınmazın 2/4’er pay malikleri oldukları, taşınmazda Petrol Ofisi A.Ş. lehine 11.7.1991 tarihinde 15 yıl süreli ve 10.07.2006 tarihinde de 16 yıl süreli intifa hakkı tesis edilmiş olduğu ve inkişaf bedelinin tarafların miras bırakanı F. ile davalı ve N. K. tarafından 4.1.1994 tarihinde kurulan ...... Petrol Ürünleri Sanayi ve Ticaret Limited Şirketine ödendiği anlaşılmaktadır.Davacı, çekişmeli taşınmazdaki payının temlikinin vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; davalının, satış bedeliyle ilgili olarak ortak miras bırakanın borçlarını vekille beraber ödedikleri ve davacıya da elden ödeme yaptıklarına ilişkin savunmasına, bu ödemelere ve davacıya zaman zaman yapıldığı ileri sürülen ödemelerin satış bedeline ilişkin olduğuna dair davacı yanca kabul edilebilecek herhangi bir belge sunulmaması karşısında itibar edilemeyeceği tartışmasızdır. Kaldı ki, özellikle davalı tanığı olarak dinlenilen vekil N.’in beyanında belirttiği varsa davacının eşine yapılan ödemelerin de davacıya yapıldığı kabul edilemez. Öte yandan, miras bırakan ile davalı ve dava dışı vekilin yukarıda belirtilen şirket ortakları olup, çekişmeli taşınmazda intifa hakkı tesisi nedeniyle bedelinin de bu şirkete ödendiği sabittir. Davacının taşınmazdaki payını satmasını gerektirecek bir bilgiye de dosya kapsamında rastlanılmamıştır. Çekişmeli taşınmazdaki davacı payının dava tarihi itibariyle belirlenen gerçek değeri ile taşınmazın miktar ve niteliği de gözetildiğinde satış bedelinin gerçeği yansıtmadığı açıktır.O halde, anılan bu olgular yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde; çekişmeli pay temlikinin vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirildiği sonucuna varılmaktadır. Hal böyle olunca; davanın kabulü gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Kabule göre de, yargılama sırasında çekişmeli payın dava tarihi itibariyle keşfen belirlenen değeri üzerinden harç tamamlanmadığına göre, dava dilekçesinde gösterilen miktar itibariyle vekalet ücreti takdir ve tayini gerekirken fazla avukatlık parasına hükmedilmiş olması da isabetsizdir.Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kaübulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 03.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 825.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 20.09.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.