MAHKEMESİ : KINIK ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 04/06/2013NUMARASI : 2012/103-2013/90 Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ... raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; -KARAR- Dava, tapu iptal ve tescil olmazsa tazminat isteğine ilişkindir. Mahkemece, iddianın sabit olduğu gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı Sadber ile davacı Fatma ve Nagihan'ın miras bırakan babaları Nazım'ın davalılardan İsmet’i 09.07.2009 tarihinde satış yetkisini de içerir şekilde vekil tayin ettikleri, İsmet'in de 5026 parsel sayılı taşınmazdaki davacı Sadber'e ait 22932/91728 pay ile Nazım'a ait 41277/91728 payı, 29.07.2010 tarihinde oğlu olan davalı Ercan'a satış suretiyle temlik ettiği Nazım'ın 09.02.2011 tarihinde ölümüyle geriye mirasçı olarak kızları olan davacı F.ve N.kaldıkları anlaşılmaktadır. Davacılar, anılan temlikin vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır. Bilindiği üzere, davaların kısa zamanda sonuçlandırılması, adaletin bir an önce tecellisi için, taraflarca veya Mahkemelerce yapılması gereken bir kısım adli işlemler sürelere bağlanmıştır. Bu sürelerin bazılarını kanun bizzat belirlerken bir kısmını işin özelliğine, tarafların durumlarına göre belirlemesi için hakime bırakmıştır. Kanuni süreler açıkca belirtilen ayrıcalıklar dışında kesindir. Bu nedenle, HUMK.nun l59.(HMK.'nun 90.) maddesi açık hükmünde belirtildiği gibi kanunun tayin ettiği süreler hakim tarafından azaltıp çoğaltılamaz. Buna karşın, aynı yasanın l63.(HMK 94.) maddesine göre hakimin belirlediği süreler ise kural olarak kesin değildir. Hakim tayin ettiği süreyi henüz dolmadan azaltıp çoğaltacağı gibi, süre geçtikten sonra da tarafın isteği üzerine yeni bir süre tanıma yoluna da gidebilir. Bu takdirde verilen ikinci süre kesindir. Ancak, hakim kendi belirlediği sürenin kesin olduğuna da karar verebilir. Kesin sürenin tayin edilmesi halinde, karşı taraf yararına usulü kazanılmış hak doğacağı da kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekir ki,ister kanun, isterse hakim tarafından tayin edilmiş olsun kesin süre içerisinde yerine getirilmeyen bir işlemin bu süre geçtikten sonra yerine getirilmesine yasal olanak yoktur. Böylece kesin sürenin kaçırılması; o delile veya hakka dayanamamak gibi ağır sonuçları birlikte getirmekte, bazen davanın kaybedilmesine dahi neden olmaktadır. Bu itibarla geciken adaletinde bir adaletsizlik olduğu düşüncesinden hareketle, davaların yok yere uzamasını veya uzatılmak istenmesini engellemek üzere konan kesin süre kuralı, kanunun amacına uygun olarak kullanılmalı, davanın reddi için bir araç sayılmamalıdır. Öncelikle, kesin süreye ilişkin ara kararı her türlü yanlış anlaşılmayı önleyecek biçimde açık ve eksiksiz yazılmalı, yapılacak işler teker teker belirtilmelidir. Bunun yanında verilen süre yeterli, emredilen işler, gerekli ve yapılabilir nitelik taşımalı, ayrıca hakim süreye uyulmamanın sonuçlarını açıkça anlatmalı, tarafları uyarmalıdır. Taraflar, davada avukat marifetiyle de temsil ediliyorsa da, aynı düzenleme ve ilkeler avukat için dahi geçerlidir. Öte yandan, kesin süre tarafların yanında hakimi de bağlayacağından uyulmaması halinde gereği hakim tarafından hemen yerine getirilmelidir. Somut olayda gelince; davalıların satış bedelinin Nazım'a ödendiğine dair 27.07.2010 tarihli belgeyi delil olarak sundukları mahkemece belge aslının dosyaya ibrazı için davalılara 3 günlük kesin süre verildiği, verilen kesin süreden bir gün sonra İstanbul'da bulunan davalı İsmet tarafından Bakırköy Mahkemeleri aracılığıyla belge aslının gönderildiği, mahkemece belgenin süresinde dosyaya ibraz edilmediği gerekçesiyle bu delille itibar edilmediği anlaşılmaktadır. Oysa; yargılamanın Kınık Adliyesinde yapıldığı, davalı vekilinin İzmir Barosuna kayıtlı olduğu, davalı asilin ise İstanbul İlinde ikamet ettiği gözetildiğinde mahkemece verilen 3 günlük kesin sürenin makul bir süre olmadığı, belge aslının celseden önce dosyaya sunulduğu ve davalının bu delili ileri sürmesinin yargılamayı geçiktirme amacı taşımadığı (HMK 145), ayrıca bu belge suretinin zaten dosya içerisinde bulunduğu sabittir. Hal böyle olunca; davacıların belgeye imza itirazınında bulunduğu dikkate alınarak; 27.07.2010 tarihli belgenin mahkemece delil olarak değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken belgeye itibar edilmeden yazılı şekilde karar verilmesi isabetsizdir. Davalıların, bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 29.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.