MAHKEMESİ: ESKİŞEHİR 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 21/06/2006NUMARASI: 2005/284-227Taraflar arasında görülen davada;Davacı, miras bırakanına ait dava konusu ..parsel sayılı taşınmazların, akli melekelerinin yerinde olmadığına dair doktor raporu alınmadan mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak davalıya satış suretiyle temlik edildiğin, ileri sürerek miras bırakanın mirasçıları adına tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.Davalı, satış bedelini ödediğini, muvazaanın söz konusu olmadığını bildirerek davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, miras bırakanın akli melekelerinin yerinde olmadığı iddiası ile, mal kaçırma olgusunun ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü. -KARAR-Dava,ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal tescil isteklerine ilşkindir.Mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden toplanan delilerden,davacı yukarıdaki hukuki sebeblere dayalı olarak tereke adına tescil istediğine göre öncelikle davanın görülebilirlik koşulunun yerine getirilmesi, diğer bir ifade ile tüm mirasçılarının olurlarının alınması yada terkeye atanacak temsilci huzuru ile davanın görülmesi gerekmektedir. Öyleyse öncelikle davanın görülebilirlik koşulu sağlandıktan sonra önem derecesine göre işin esasına girilerek murisin akit tarihinde ehliyetli olup olmadığının saptanması gereklidir.Bilindiği üzere,davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli tıp kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2 maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Bu durumda, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi gereklidir. Miras bırakanın ehliyetli olduğunun saptanması halinde bu kez muris muvazaası yönünden gerekli araştırma inceleme ve soruşturma yapılarak hasıl olacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekmektedir.Hal böyle olunca, mahkemece yetersiz araştırmaya dayalı olarak yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Davacının temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile kararın HUMK’nun 428. md. gereğince BOZULMASINA,alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine,1.2.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.