Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 8838 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 7359 - Esas Yıl 2013





MAHKEMESİ : BURSA 5. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 26/11/2012NUMARASI : 2010/34-2012/653Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar davacı ve davalı vekilleri tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 29.04.2014 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat İ. P. ile diğer temyiz edenler vekili Avukat C.Y. geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:-KARAR-Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, çekişme konusu 10 parsel sayılı taşınmaz hakkındaki davanın reddine, 7 parsel sayılı taşınmaz hakkındaki davanın ise kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davacıların kayden paydaşı oldukları 10 parsel sayılı taşınmazdaki paylarını 31.05.2005 tarihinde satış suretiyle davalı şirkete temlik ettikleri, 7 parsel sayılı taşınmazdaki paylarını ise dava dışı S.. K..'a 22.06.2005 tarihinde yine satış suretiyle temlik ettikleri, dava dışı S.. K..'ın Bursa 1. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2006/647 esas sayılı dosyasında davalı şirket aleyhine açtığı dava sonucunda 7 parsel sayılı taşınmazda davacıların S.. K..'a temlik ettikleri payların davalı şirket adına tesciline karar verildiği ve hükmün kesinleşmesi sonucunda dava konusu edilen payların davalı şirket adına tescil edildiği anlaşılmaktadır.Davacılar, davalı şirket sahipleri ile yıllardır birbirlerini tanıdıklarını ve aralarında güven ilişkisi bulunduğunu, davalı şirketin taşınmazlardaki tüm payları birleştirip üzerine büyük bir tesis yapmak için 7 ve 10 parsel sayılı taşınmazlardaki payları satın almak istediğini, karşılığında ise kendilerine başka bir parselden yer vermeyi teklif ettiklerini, bu şekilde anlaşarak ve aradaki güvene dayanarak 10 parsel sayılı taşınmazdaki paylarını davalı şirkete, 7 parsel sayılı taşınmazdaki paylarını ise davalının talimatıyla dava dışı S.. K..'a devrettiklerini, bunun gerçekte inançlı bir tasarruf olduğunu, ancak davalının sözünü tutmadığını, vermesi gereken yerleri vermediği gibi para ödemesi de yapmadığını, öte yandan davalı şirketin dava dışı S.. K..'a karşı yüklendiği edimleri de yerine getirmediğini, bu kişinin davalı aleyhine açtığı dava sonucunda davalının talimatıyla S.. K..'a devrettikleri 7 parsel sayılı taşınmazdaki payların davalı adına tesciline karar verildiğini ileri sürerek, eldeki davayı açmışlardır.Davalı ise; iddianın doğru olmadığını, anılan taşınmazlardaki payların bedeli karşılığında satın alındığını; ancak 7 parsel sayılı taşınmazın bedelinin kendileri tarafından ödenmesine karşın bu taşınmazdaki payların dava dışı Semiha ile yapılan sözleşme uyarınca onun adına tescil edildiğini belirterek davanın reddini savunmuştur.Hemen belirtilmelidir ki, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun 33. maddesi (1086 Sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 76. maddesi) hükmü uyarınca olayları bildirmek taraflara, hukuki nitelendirmeyi yapmak ve ona uygun yasal düzenlemeyi tayin ve tespit ederek uygulamak mahkemeye aittir.İddianın ileri sürülüş biçimi, dava dilekçesinin içeriği ve dosyada mevcut deliller birlikte değerlendirildiğinde; davacının davadaki iddiasının hile hukuksal nedenine dayandığı anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; aldatma (hile), genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya,özellikle sözleşme yapmaya sevketmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak,veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma hilede yanıltma söz konusudur. 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun (TBK) 36/1. maddesinde (881 sayılı Borçlar Kanunu'nun (B.K. 28/l. maddesinde) açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse hata esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable Şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Öte yandan, aldatmanın (hilenin) her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Türk Borçlar Kanunu'nun 39. (Borçlar Kanunu'nun 31.) maddesine göre, aldatma (hile) öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir. Somut olaya gelince; mahkemece hile hukuksal nedeni yönünden bir inceleme ve araştırma yapılmamış, uyuşmazlık inançlı işlem olarak kabul edilmek suretiyle sonuca gidilmiştir. Hâl böyle olunca; mahkemece yukarıda açıklanan ilkeler doğrultusunda hile bakımından araştırma ve inceleme yapılıp, taraflarca sunulan deliller bu yönden değerlendirilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı şekilde hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Davacı ve davalı tarafın temyiz itirazları bu nedenle yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.12.2013 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden taraflar vekilleri için 1.100.00.-TL. duruşma avukatlık parasının karşılıklı olarak alınıp birbirlerine verilmesine, 29.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.