MAHKEMESİ: MUT ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 13/12/2011 (Gerekçeli Karar Tarihi 29/12/2011)NUMARASI: 2009/544-2011/632Yanlar arasında görülen tapu iptali, tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davalıların geçersiz miras taksim sözleşmesine dayanarak hak talep edemeyecekleri, taksim sözleşmesinin zamanaşımına uğradığı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden, 413 ada 51, 52 ve 53 parsel sayılı taşınmazların 23.11 1988 tarihinde tapu kayıtlarına dayalı olarak 1/6 payının davacı A.T.adına tespit ve tescil edildiği, davacının 10.12.2004 tarihli vekaletname ile vekil tayin ettiği Ze.T. tarafından bu taşınmazlardaki payının 30.12.2004 tarihli akitle davacının kardeşi ve vekilin eşi olan S. T.'e satış suretiyle temlik edildiği, S.'in 2.1.2009 tarihinde ölümü ile taşınmazların mirasçılarına intikal ettiği, bilahare tevhit ve ifraz işlemine tabi tutularak eldeki davaya konu edilen müstakil 20 adet parselin oluştuğu, davalıların savunmalarında sözü edilen Mut Noterliğinin 10.9.1975 tarih, 2629 yevmiye sayılı, davacı, davalıların murisi S. ve diğer mirasçıların imzasını taşıyan gayrimenkul taksim sözleşmesinde çekişmeli taşınmazların kadastrodan önceki dayanağını oluşturan tapu kayıtlarının sözleşmeye konu edildiği anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalndiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur.Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince, her ne kadar davacı vekalet görevinin kötüye kullanıldığını iddia etmiş ise de iddiasını kanıtlayan bir delil bildirmiş değildir. Buna karşın, tarafların ortak kardeşleri olan davalı yan tanıkları, "davacının Salim'e olan borcu nedeniyle taksim sözleşmesinde dava konusu taşınmazlarda bulunan hissesini davalıların murisi Salim'e vermeyi kabul ettiğini, onun için söz konusu sözleşmede nizalı taşınmazlarda davacıya hisse verilmediğini, davalı Z..'ye verilen vekaletnamenin sözleşmeyi uygulamak için gönderildiğini" söylemişlerdir.Hemen belirtilmelidir ki, şayet davalı taraf 1975 tarihli sözleşmeye dayalı olarak hak talebinde bulunsa idi 3402 sayılı Yasanın 12/3 maddesi hükmü karşısında bu isteğe değer verilemeyecekti. Ancak, anılan sözleşme, davalı tarafın tanık beyanları ve olayların gelişimi, yukarıdaki ilkeler uyarınca birlikte değerlendirildiğinde temlikin iradi olduğu, vekalet görevinin kötüye kullanılmadığı sonucuna varılmaktadır.Hal böyle olunca, davanın reddine karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirmelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Davalıların temyiz itirazları belirtilen nedenlerle yerindedir. Kabulüyle, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 10.07.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.