Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 8607 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 11740 - Esas Yıl 2012





MAHKEMESİ : İSTANBUL 19. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 05/04/2012NUMARASI : 2010/231-2012/91Yanlar arasında görülen vekalet görevinin kötüye kullanılmasından doğan alacak davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar davacı ve katılma yoluyla davalılar tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 28.5.2013 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz edenler vekili Avukat F.K.ile diğer temyiz eden vekili Avukat Y.A.geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi .tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:Dava; vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı alacak isteğine ilişkin olup mahkemece davanın kısmenkabulüne karar verilmiş, hüküm davacı ve katılma yoluyla davalılar tarafından temyiz edilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; muris M.A.'ın 05/11/2002 tarihinde ölümü ile geriye mirasçı olarak eşi M. davalı çocukları E.ve M. ile oğlu M.'den olma torunları Ç., D.a ve N.ile gayri resmi ilişkisinden olma ve babalık davası sonucu nüfusuna kaydedilen davacı kızı M.N.A.ı bıraktığı, muristen intikal eden 388 ada, 14 kadastral parselle ilgili tüm mirasçıların Beyoğlu, 1. Noterliğinde, 16/04/2004 tarihinde dava dışı S. İnşaat Sanayi Ticaret AŞ ile kat karşılığı inşaat sözleşmesi yaptıkları, daha sonra anılan taşınmazın 20/12/2004 tarihinde imar uygulamasına tabi tutulması sonucu oluşan 1252 ada, 1, 2 ve 3 nolu imar parsellerini kapsayacak şekilde 03/02/2005 tarihli, 3887 yevmiyeli ek sözleşme ile yapıldığı, anılan imar parsellerinde elbirliği halinde malik oldukları, 3 nolu imar parseli bakımından tüm mirasçıların Beyoğlu 41. Noterliğinde düzenlenen 03/02/2005 tarihli ve 3871 yevmiye nolu vekaletname ile pay satışı konusunda davalıları vekil kıldıkları, anılan vek3alete dayalı olarak 1252 ada, 3 parsel sayılı taşınmazdaki 2372/2400 payın, 28/11/2005 tarih, 11023 yevmiyeli satış akdi ile 2.370.000 TL bedele dava dışı BAY İnşaat Sanayii Ticaret A.Ş.'ye temlik edildiği anlaşılmaktadır.Davacı; anılan parsellerden 1252 ada, 3 parsel sayılı taşınmazdaki payının verdiği vekalete dayalı olarak 28/11/2005 tarihinde dava dışı B.İnşaat İthalat Ticaret A.Ş.'ye 2.730.000 TL. bedelle satıldığını, ancak devirden haberdar edilmediği gibi satış bedelinden payına düşen kısmın da ödenmediğini, öte yandan temlikin gerçek değerinin çok altında bir bedel gösterilerek gerçekleştirildiğini, taşınmazın değerinin en az 25.000.000 TL olması sebebi ile zararlandırıldığını, bu şekilde vekâlet görevinin kötüye kullanıldığını ileri sürerek eldeki davayı açmış, tapudaki satış değeri olan 2.730.000 TL üzerinden payına karşılık gelen 447.890,62 TL'lik alacağın ve bu alacağa satış tarihi olan 28/11/2005 tarihinden dava tarihine kadar işlemiş 183.635,15 TL faizi ile birlikte toplam 631.525,77 TL'nin dava tarihinden itibaren işleyecek yasal faizi ile birlikte tahsilini istemiş, bilirkişi incelemesi sonucu asıl alacağın 1.340.401 TL olarak belirlenmesi üzerine harcı yatırılmak suretiyle alacak miktarı bakımından dava usulüne uygun olarak ıslah edilmiştir.Davalılar savunmasında; temlikin vekâleten ve vekâletnamedeki yetkiler çerçevesinde yapıldığını, satış bedelinin evveliyatında taş ocağı vasfında olan 1, 2 ve 3 nolu imar parsellerinin imar ihyasında kullanıldığını, payına karşılık gelmek üzere davacının annesine ev alındığını ve davacının eğitim giderlerine, günlük bakım ve iaşesine maddi katkıda bulunulduğunu belirterek davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece; pay satışı konusunda vekâlet verildiği, satış bedelinden daha fazla bir bedelle satıldığı hususunun kanıtlanamadığı, satış tarihindeki değerinin daha fazla olduğunun belirlenmiş olmasının bu değere satıldığını ispata yeterli olmadığı, dolayısıyla vekil edenin temsil yetkisinin kötüye kullanılmadığı gerekçesiyle akitte gösterilen toplam değerden payına isabet eden 447.890,00 TL asıl alacağa satış tarihi ile dava tarihi arasında işleyen 183.806,69 TL. faizin toplamı olan 631.525,77 TL'nin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsiline, 447.890,00 TL alacağa dava tarihinden itibaren yasal faiz yürütülmesine karar verilmiştir.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekâlet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 818 sayılı Borçlar Kanununun 390/2 maddesinde ve paralel düzenleme getiren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 506. maddesinde " vekil, üstlendiği iş ve hizmetleri, vekalet verenin hak ve menfaatlerini gözeterek,sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür...." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. .Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; yukarıda açıklanan ilke ve olgular ve özellikle mahkemece dava konusu taşınmazın mahallinde, uzman bilirkişiler aracılığıyla yapılan keşif sonucu taşınmazın mevkii, sosyal, ekonomik ve fiziksel koşulları gözetilerek hazırlanan bilirkişi raporunda, satış tarihi itibariyle gerçek değerinin 7.383.472,65 TL, davacının payına karşılık gelen değerin ise 1.384.401 TL olarak saptandığı halde satış akdinde gösterilen değerin 2.370.000,00 TL olduğu, keşfen saptanan gerçek değerin altında bir bedelle satıldığı, taşınmazın tapuda gösterilen satış bedeli ile satım günündeki bilirkişi raporu ile belirlenen gerçek değeri arasında aşırı fark bulunduğu, davalıların bedelin ödendiğini somut olarak ortaya koyamadığı dosya kapsamı ile sabittir. Davacı tarafından davalıya verilen vekâletnamede, davalılara taşınmazı dilediği bedelle satma yetkisi verilmiş olması BK'nın 390. maddesi, (6098 sayılı TBK'nın 506. maddesi) gereğince vekilin işi sadakat ve özenle yerine getirme borcunu ortadan kaldırmaz. Bu durumda davalı vekillerin sadakat ve özen yükümlülüğünü yerine getirmedikleri ve davacıyı zararlandırdıkları sonucuna varılmaktadır. Bu durumda davanın kabulüne karar verilmiş olması açıklanan bu gerekçeyle kural olarak doğrudur. Katılma yoluyla temyize gelen davalılar vekilinin tüm temyiz yerinde değildir. Reddine.Davacı vekilinin temyiz itirazlarına gelince;Hemen belirtilmelidir ki; vekâlet görevini kötüye kullanan vekilin, kaynağını Borçlar Kanunu'nun 390. maddesinden (6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 506. maddesinde) alan satış bedelinden kaynaklanan sorumluluğu, taşınmazın akit tablosunda yazılı olan değerle sınırlı olmayıp keşfen saptanan gerçek değer olacağında kuşku yoktur.Hal böyle olunca; mahallinde yapılan keşif sonucu uzman bilirkişilerden elde edilen bilirkişi raporuna göre ve usulüne uygun ıslahla müddeabihin artırıldığı da gözetilmek suretiyle taşınmazın satış tarihindeki keşfen belirlenen ve davacının payına karşılık gelen miktar üzerinden kabul kararı verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile akitte gösterilen değer esas alınmak suretiyle hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Davacının bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 29.12.2012 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden taraflardan davacı vekili için 990.00.-TL. duruşma avukatlık parasının diğer temyiz eden davalılardan alınmasına, 28.5.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.