MAHKEMESİ : SARUHANLI ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 14/05/2013NUMARASI : 2009/287-2013/217 Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil, tenkis davası sonunda, yerel mahkemece tapu iptali, tescil isteğinin reddine, tenkis isteğinin kabulüne ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili ve davalı S.. U.. tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş, ancak davalı S.muhtıra tebliğine rağmen gerekli masrafları yatırmadığından mahkemece davalı Saadettin'in temyiz isteğinden vazgeçmiş sayılmasına ilişkin ek karar verilmiş ve karar davalı S. tarafından temyiz edilmemiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ......raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; -KARAR- Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil, olmadığı takdirde tenkis isteğine ilişkindir. Davacılar, mirasbırakanları Hikmet'in kayden maliki olduğu 96 parsel sayılı taşınmazı mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla tek erkek çocuğu olan davalıya satış yapmak suretiyle devrettiğini, işlemin muvazaalı olduğunu ileri sürerek tapu iptal ve tescil, olmadığı takdirde tenkis isteğinde bulunmuşlardır. Davalı F. taşınmazı bedeli karşılığında satın aldığını, iyiniyetli olduğunu; davalı Sadettin ise mirasbırakandan 1991 yılında bedeli ile satın aldığı taşınmazı 15.500,00.-TL bedelle diğer davalıya sattığını bildirip davanın reddini savunmuşlardır. Mahkemece, çekişme konusu taşınmazın davalı S. muvazaalı olarak temlik edildiği, davalı F.yapılan temlikte muvazaa iddiasının kanıtlanamadığı gerekçesiyle tapu iptal-tescil isteğinin reddine, tenkis isteğinin kabulüne karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; mirasbırakan Hikmet'in 16.5.1991 tarihli satış akdi ile 96 parsel sayılı taşınmazı davalı S. devrettiği, onun da 11.11.2008 tarihinde davalı F. satış yolu ile temlik ettiği, taşınmaza halen davalı . malik olduğu anlaşılmaktadır. Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle,alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988. ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK'nin 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyiniyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3.kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024. maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3. kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür. Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplam düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyiniyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarihli l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Somut olayda, mirasbırakan tarafından davalı S.yapılan temlikin muvazaalı olduğu açık olup bu husus davalı S. de kabulündedir. Ancak, mahkemece davalıların el ve işbirliği içerisinde olup olmadıkları kayıt maliki davalının kötü niyetli olup olmadığı, yeterince araştırılmadığı gibi, ilk istek bakımından hükme elverişli bir inceleme yapılmadan terditli talep hakkında karar verilmiştir. Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca taşınmazın edinildikten sonra davalılarca kullanılıp kullanılmadığı, satış değeri ile gerçek değer arasında fark bulunup bulunmadığı belirlenerek öncelikle davalı F. iyiniyetli olup olmadığının araştırılması, bu yönde olumlu ya da olumsuz bir kanaate varıldıktan sonra tenkis isteği değerlendirilerek bir sonuca gidilmesi gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir. Davacıların bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma sebebine göre şimdilik diğer temyiz itirazlarının değerlendirilmesine yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 22.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.