Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 8544 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 19844 - Esas Yıl 2013





MAHKEMESİ : AKÇAABAT 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 04/07/2012NUMARASI : 2008/154-2012/241Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tenkis davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ... raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR- Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tenkis isteğine ilişkin olup, mahkemece, davanın reddine karara verilmiştir.Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; mirasbırakan F. T.çekişme konusu 438, 439, 443, 523, 525 ve 526 parsel sayılı taşınmazlardaki paylarını 22.08.2011 tarihli ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile kızı davalı M.. T..’a temlik ettiği, diğer dava konusu 435 ve 436 parsel sayılı taşınmazlardaki paylarını ise 28.11.2002 tarihli yine ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile davalı M. temlik ettiği, davalının anılan sözleşmelere istinaden 29.08.2001 ve 21.02.2003 tarihli akitlerle sekiz parça taşınmazın adına tescili sağladığı, murisin adına kayıtlı başka taşınmazının ise bulunmadığı anlaşılmaktadır. Davacı, anılan temliklerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı tapu kaydının iptali, olmadığı taktirde tenkis istekli olarak açmıştır.Hemen belirtmek gerekir ki; tapu kaydına veya zilyetliğe dayanılarak açılan bir iptal davasında, ayrıca tescil isteğinde bulunulmamış olması iptal davasının reddi için başlı başına bir sebep teşkil etmez. Bu durumda mahkemece yapılacak iş, iptal isteminin tescili kapsamadığı gözetilerek davacıya, ayrıca tescil davası açması için imkan tanımak ve dava açılması halinde her iki dava birleştirilerek karara bağlanmaktan ibarettir. Değişik anlatımla sadece iptal davasının kabulüne ve tapunun iptaline karar verilmesi, tapulu bir taşınmazın sicil dışı (kayıtsız) kalması sonucunu doğurur ki, böyle bir uygulama, devletin bütün taşınmazların hukuki ve geometrik durumlarını belirleyerek sicile bağlama yolunda benimsediği-dolu pafta sistemi –genel ilkesiyle bağdaşmaz. Ne varki, davacı iptal değil, sadece tescil isteğinde bulunmuş ise Yargıtayın yerleşmiş ve kurallaşmış uygulamalarına göre, tescil isteği tapu sicilinde mevcut eski kaydın iptali isteğini de kapsadığı gözetilerek davacının ayrıca tapu kaydının iptalini de dava etmesine gerek yoktur. (YHGK 11.11.1983 Tarih, 981/8-80 Esas, 983/1162 Sayılı Kararı.)Öyleyse, yukarıdaki ilkeler gözetilerek tescil istekli dava açması bakımından davacıya imkanı tanınması, tescil istekli dava açıldığında her iki davanın birleştirilmek suretiyle ondan sonra işin esasına girilerek sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi doğru değildir.Diğer taraftan, davacının murisin sağlığında davalı M.ve muris F.T. husumet yönelterek açtığı ve A. Asliye Hukuk Mahkemesinin 2003/416 esasında görülen davada, dava konusu 438, 439, 443, 523, 525 ve 526 parsel sayılı taşınmazlardaki paylarını muris F. davalı Mediha’ya temlikinin ehliyetsizlik hukuksal sebebine dayalı olarak iptalinin ve muris F. vesayet altına alınmasının istendiği, yapılan yargılama sonucunda murisin Trabzon Numune Hastanesinden alınan sağlık raporu ile herhangi bir rahatsızlığının bulunmadığının tespit edilmesi üzerine 26.03.2003 tarih, 2003/336 karar sayılı kararı ile davanın reddine karar verildiği görülmektedir.Bilindiği gibi, bir davaya ait şekli anlamda kesinleşmiş olan hükmün, diğer bir davada maddi anlamda kesin hüküm oluşturabilmesi için, her iki davanın taraflarının, dava sebeplerinin ve ilk davanın hüküm fıkrası ile ikinci davaya ait talep sonucunun aynı olması gerekir. (1086 sayılı HUMK.nun 237. maddesi (6100 sayılı HMK.nın 303)).. Somut olayda ise, eldeki dava muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılmış olup, dava konusu 438, 439, 443, 523, 525 ve 526 parsel sayılı taşınmazlar hakkında taraflar arasında görülen ve yukarıda içeriği açıklanan 2003/416 esas sayılı davada ise ehliyetsizlik hukuki sebebine dayanıldığı açıktır. O halde, her iki davanın hukuki sebepleri farklı olduğuna göre, kesin hükümden söz edilemeyeceği kuşkusuzdur. Aksi yöndeki mahkeme kabulünün doğru olduğu söylenemez. Öte yandan, bilindiği gibi, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun (TBK) m. 611. maddesine göre ölünceye kadar bakıp gözetme sözleşmesi, taraflarına karşılıklı hak ve borçlar yükleyen bir akittir. (818 s. Borçlar Kanununun (BK) m. 511). Başka bir anlatımla ivazlı sözleşme türlerindendir. Bu sözleşme ile bakım alacaklısı, sözleşme konusu malın mülkiyetini bakım borçlusuna geçirme; bakım borçlusu da bakım alacaklısına yasanın öngördüğü anlamda ölünceye kadar bakıp gözetme yükümlülüğü altına girer. (TBK m. 614 (BK) m. 514)Hemen belirtmek gerekir ki, bakıp gözetme koşulu ile yapılan temliki işlemin geçerliliği için sözleşmenin düzenlendiği tarihte bakım alacaklısının özel bakım gereksinimi içerisinde bulunması zorunlu değildir. Bu gereksinmenin sözleşmeden sonra doğması ya da alacaklının ölümüne kadar çok kısa bir süre sürmüş bulunması da sözleşmenin geçerliliğine etkili olamaz. Kural olarak, bu tür sözleşmeye dayalı bir temlikin de muvazaa ile illetli olduğunun ileri sürülmesi her zaman mümkündür. En sade anlatımla muvazaa, irade ile beyan arasında kasten yaratılan aykırılık olarak tanımlanabilir. Böyle bir iddia karşısında, asıl olan tarafların akitteki gerçek ve müşterek amaçlarının saptanmasıdır. (TBK m. 19 (BK m. 18)). Şayet bakım alacaklısının temliki işlemde bakıp gözetilme koşulunun değil de, bir başka amacı gerçekleştirme iradesini taşıdığı belirlenirse (örneğin mirasçılarından mal kaçırma düşüncesinde ise), bu takdirde akdin ivazlı (bedel karşılığı) olduğundan söz edilemez; akitte bağış amacının üstün tutulduğu sonucuna varılır. Bu halde de Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulu'nun 1.4.1974 gün ve 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı olayda, uygulama yeri bulur. Miras bırakanın, ölünceye kadar bakıp gözetme karşılığı yaptığı temlikin muvazaa ile illetli olup olmadığının belirlenebilmesi içinde, sözleşme tarihinde murisin yaşı, fiziki ve genel sağlık durumu, aile koşulları ve ilişkileri, elinde bulunan mal varlığının miktarı, temlik edilen malın, tüm mamelekine oranı, bunun makul karşılanabilecek bir sınırda kalıp kalmadığı gibi bilgi ve olguların göz önünde tutulması gerekir.Somut olayda, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı istek bakımından yapılan araştırma ve incelemenin hükme yeterli olduğunu söyleyebilme olanağı yoktur. Hal böyle olunca; davacıya tescil isteği bakımından dava açması için olanak tanınması, dava açıldığı taktirde her iki davanın birleştirilmesi, dava konusu 438, 439, 443, 523, 525 ve 526 parsel sayılı taşınmazlar bakımından da işin esasına girilerek yukarıda açıklanan ilke ve olgular doğrultusunda muris muvazaası hukuksal sebebine dayalı olarak gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, murisin yapmış olduğu iki ayrı ölünceye kadar bakma sözleşmesi ile tüm malvarlığını kızı davalıya aktarıp aktarmadığının tespit edilmesi, temliklerdeki murisin iradesinin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya konulması, ondan sonra hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir. Davacının bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma sebebine göre sair hususların incelenmesine yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 24.4.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.