Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 8491 - Karar Yıl 2012 / Esas No : 4095 - Esas Yıl 2012





MAHKEMESİ : ANTALYA 6. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 30/03/2011NUMARASI : 2001/1247-2011/86Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tecsil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı hazine tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Dava, tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 10 parsel sayılı taşınmazın imar uygulaması ile 5.12.1997 tarihinde davacı Hazine adına tescil edildiği, 11.01.1999 tarihinde gecekondu önleme bölgesi amaçlarında kullanılmak üzere dava dışı Ç. Belediyesi adına tescil edilen taşınmazın, satış suretiyle 15.11.1999 tarihinde dava dışı SS U.M. Ç.Arsa Edindirme Konut Yapı Kooperatifine, 06.04.1999 tarihinde tahsis suretiyle dava dışı M.K.ve E.O.’ya ve son olarak da satış suretiyle 22.08.2000 tarihinde davalı Y. C.adına tescil edildiği, davacı Hazine’nin çekişme konusu taşınmazın Gecekondu önleme bölgesi amaçlarında kullanılmak üzere yapılan protokoller uyarınca belediyeye devredildiğini, ancak belediyece bu amaca aykırı olarak paravan kooperatiflere usulsüz ve sahte işlemlerle devrinin sağlandığını, bu işlemlerle ilgili olarak belediye görevlileri ve ilgililer hakkındaki ceza yargılamalarının devam ettiğini ileri sürerek eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır. Mahkemece, davalının iyiniyetinden söz edilerek davanın reddine karar verilmiş ise de, bu konuda yapılan araştırma ve incelemenin hükme yeterli olduğu söylenemez. Gerek yukarıda özetlenen dosya içeriği ve gerekse olayın özelliği itibariyle; davalının iyiniyetli olup olmadığının belirlenebilmesi için, ceza yargılamalarında belirlenen olgular ile mahkemece toplanan delillerin birlikte değerlendirilmesinde zorunluluk vardır.Bilindiği üzere, hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle,alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. Bu amaçla Medeni Kanunun 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989, tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023.maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş,bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış,iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş,değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarakta tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur.Belirtilen ilke M.K.nun 1023.maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1.fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tesçil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tesçile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne varki; tapulu taşınmazların intikallerinde,huzur ve güveni koruma,toplam düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin,iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır.Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi,hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır.Bu nedenle yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı,kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta,şeklen iyi niyetli gözükeni değil,gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması,bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğin den (resen) nazara alınacağı ilkeleri 8.ll.l99l tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İnançları Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Hal böyle olunca, yukarıda belirtilen somut olgular ve ilkeler gözetilmek suretiyle araştırma ve inceleme yapılarak, hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde karar verilmiş olması doğru değildir. Davacının temyiz itirazının kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerle (6100 Sayılı HMK’nun geçici 3. maddesi yollamasıyla) 1086 Sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, 5.7.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.