Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 8467 - Karar Yıl 2012 / Esas No : 4405 - Esas Yıl 2012





MAHKEMESİ : KADİRLİ 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 24/11/2011NUMARASI : 2009/285-2011/572Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil, tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil, olmadığı taktirde tazminat isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; çekişme konusu 164 ada 3 parsel sayılı taşınmazın 1/3 payının miras bırakan O.A. adına kayıtlı iken 18.02.2009 tarihli akitle davacı M. O.adına vekili davalı H.’nin muristen intikali sağladıktan sonra aynı akitle dava konusu taşınmaz payını kızı diğer davalı S.e satış suretiyle temlik ettiği anlaşılmaktadır.Davacı, öğrenci olduğundan dolayı miras bırakanın ölümü ile taşınmazın intikalini yaptırması için halası davalı H.’yi vekil tayin ettiğini, vekilin vekalet görevini kötüye kullanarak taşınmaz payını kızı diğer davalıya temlik ettiğini, davalı S.’in alım gücü olmadığını, kendisine satış bedeli ödenmediğini ileri sürerek eldeki davayı açmışt??r.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyiniyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; vekil davalı H. davacının halası olup, davacının anne ve babasının bir trafik kazası sonucu ölümleri neticesinde babadan kalan malların intikalinin temini bakımından vekaletin verildiği, bu vekaletnamenin kullanılması suretiyle taşınmazın vekilin kızı davalı S.’e satış suretiyle temlik edildiği görülmektedir. Davalı vekil H.davacının babası, kendisinin de kardeşi olan O.’ın sağılığında çekişme konusu taşınmaz payını ondan haricen satın aldığını savunmuş ve bir takım ödemelere ilişkin banka dekontlarını dosyaya ibraz etmiştir. Mahkemece de, bu savunmaya itibar edilerek taşınmazın haricen satın alındığı iddiasının doğruluğu benimsenerek davanın reddine karar verilmiş ise de, her ne kadar haricen satın alma olgusunun yazılı belge ile kanıtlanması zorunlu olmayıp, tanık ifadeleri ile ispatlanması mümkün ise de, bu konuda davalı taraf bir belge ibraz edemediği gibi, tarafların yakın akrabası olan tanıkların olaylara dayalı ve müşahhas ifadelerinden, dava konusu taşınmaz payının haricen satışının söz konusu olmadığı ve davacının miras bırakanı O.’ın evinde oturulması sebebiyle kira bedeli olarak banka dekontlarında yer alan ödemelerin yapıldığı harici satış savunmasına ilişkin bulunmadıkları sonucuna varılmaktadır.Esasen, vekil Hayriye’nin yapmış olduğu temlikin bedelsiz olduğu kendi savunması ile de teyit edilmektedir.Hal böyle olunca; davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm tesisi isabetsizdir. Davacının temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 05.07.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.