MAHKEMESİ : FİNİKE ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 10/03/2009NUMARASI : 2005/91-2009/75Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada; Davacı D., davalıların miras bırakanı Y.Ö.'ın 1209 parsel sayılı taşınmazının 10000 m²'lik bölümünü kendisine vasiyet ettiğini mirasçıların vasiyetnameyi geçersiz kılmak amacıyla vekil aracılığı ile taşınmazı muvazaalı olarak satış suretiyle devrettiklerini ileri sürerek, tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.Birleşen dava davacısı Ş.; miras bırakanı Y. Ö.'ın 1209 parsel sayılı taşınmazını kendisinden mal kaçırmak amacıyla vekil aracılığıyla satış suretiyle muvazaalı temlik ettiğini ileri sürerek, miras payı oranında tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.Davalılar, iddiaların yersiz olduğunu bildirip, davaların reddini savunmuşlardır.Mahkemece, asıl ve birleşen davanın kısmen kabulüne karar verilmiştir.Karar, davacılar ve davalılardan L., H. ve R. tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 11.07.2011 Pazartesi günü saat:09.20'de daireye gelmeleri için taraf vekillerine tebligat yapıldığı halde gelmedikleri anlaşıldı, incelemenin dosya üzerinde yapılmasına, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra Tetkik Hakimi .raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldüAsıl dava, vasiyetnameye dayalı, birleşen dava da muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davaların kısmen kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden, miras bırakan Y.Ö.’ın 1209 parsel sayılı taşınmazının 10 000 m²’lik bölümünü 23.6.1992 tarihinde noterde düzenlenen vasiyetname ile mirasçı olmayan davacı D.’a vasiyet ettiği, daha sonrada 21.01.2000 tarihli akitle taşınmazdaki 41/341 payını vekil aracılığı ile davalı H.’e, 09.02.2000 tarihli akitle de 100/341 payını da vekil aracılığı ile davalı R.’a satış suretiyle temlik ettiği, R.’ında sonradan 03.04.2003 tarihli akitle taşınmazın 50/341 payını davalı R.’ye satış suretiyle devrettiği görülmektedir. Asıl davanın davacısı D.temliki işlemlerin vasiyetnameyi geçersiz kılmak amacıyla mirasçılar tarafından muvazaalı olarak devrinin sağlandığı, birleşen davanın davacısı Ş.’de temliki işlemlerin ikinci eş olması nedeniyle kendisinden mal kaçırmak amacıyla muvazaalı yapıldığını ileri sürerek eldeki davaları açtıkları anlaşılmaktadır. Bilindiği ve Medeni Kanunun 491. maddesinde ifade edildiği üzere, bir kimse muayyen bir mal ya da mallar hakkındaki vasiyetini sonradan yaptığı tasarrufla açık veya zımni olarak hükümsüz hale getirebilir. Başka bir anlatımla vasiyet eden vasiyetinden döndüğünü açıkça belirtmese dahi belli bir mal ya da mallar hakkındaki vasiyeti sonradan yapılan tasarrufu ile bağdaşmıyorsa hükümsüz hale gelir. Asıl davada, muris vasiyeti yaptıktan sonra tapuda taşınmazdaki paylarını satış suretiyle temlik etmekle vasiyetnameyi hükümsüz hale getirmiş olmaktadır.O halde, asıl davanın davacısı D.’un temyiz itirazları yerinde değildir reddine,Birleşen davaya gelince, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçek-ten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve l–4–1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Hemen belirtmek gerekir ki bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşınmaktadır. Bunun için de ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Öte yandan, miras bırakan tarafından sağlığında hak dengesini gözeten, kabul edilebilir ölçüde ve tüm mirasçıları kapsar biçimde bir paylaştırma yapılmışsa, mal kaçırmak kastından söz edilmeyeceğinden olayda 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Kararının uygulanamayacağı da kuşkusuzdurSomut olayda, miras bırakanın çekişmeli taşınmazı satmasını gerektiren bir nedeninin ve paraya ihtiyacının bulunmadığı, davacının miras bırakanın ikinci eşi olduğu, miras bırakanın davacıya karşı boşanma davası açtıktan sonra kısa aralıklarla çekişmeli taşınmazdaki paylarını vekil aracılığı ile durumu bilen veya bilmesi gereken konumundaki davalılara sattığı, taşınmazın satış bedeli ile gerçek değer arasında aşırı fark bulunduğu, davalı R.’ın muvazaa olgusunu kabul ettiği gözetildiğinde ve bu olgular yukarıda değinilen ilkeler ile birlikte değerlendirildiğinde, miras bırakanın gerçek iradesinin, davacı ikinci eşten mal kaçırmak olduğu sonucuna varılmaktadır. Esasen bu olgu mahkemenin de kabulündedir. Hal böyle olunca, vasiyetnameye dayalı asıl davanın tümden reddine, birleşen davanın, davacı Ş. tarafından davalı gösterilen davalılar yönünden miras payı oranında kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru olmadığı gibi birleşen davada davalı L. taraf olarak gösterilmediği ve onun adına kayıtlı pay yönünden bir istek bulunmadığı halde talep dışına çıkılarak aleyhine karar verilmiş olması da yerinde değildir. Davacı Ş.’nin tüm, davalılar L., H.ve R.’nin bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK. nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, bozma nedenlerine göre sair temyiz itirazların incelenmesine yer olmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 11.07.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.