MAHKEMESİ : TUZLUCA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 15/05/2013NUMARASI : 2010/168-2013/59 Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ... raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; -KARAR- Dava; tapu iptal ve tescil istemine ilişkindir. Davacılar dava dilekçesinde; miras yoluyla intikal eden taşınmazlarda elbirliği mülkiyetinin müşterek mülkiyete dönüştürülmesi konusunda anlaştıklarını, gerek tapuda intikal yapılması gerekse müşterek mülkiyete dönüştürülmesi amacıyla davaya konu taşınmazlarda paydaş olan davalı S.. K..'e vekâletname vermeyi amaçladıklarını, okuma yazma bilmemelerinden ve bilgisizliklerinden yararlanılarak satış yetkisi içeren vekâlet alındığını, intikal işlemi adı altında satış gibi işlem yapıldığını ve vekilin tüm taşınmazlardaki payların kendi adına tescilini sağladığını, vekil kılınan S. ile kardeş olduklarını, tapuda gösterilen satış değerinin çok düşük olduğunu, gerçek satış işlemi bulunmadığını, kız çocuklarını miras hakkından yoksun bırakmayı amaçladıklarını, temlik işlemlerinin gerçek iradelerini yansıtmadığını, davalının alım gücü bulunmadığını ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır. Mahkemece; davacılardan G.. U..'un noter kanalıyla satış yetkisini içerir vekâletname düzenlediği, diğer davacı A.. K..'nin ise temliki işleme bizzat katıldığı, iradelerinin fesada uğratıldığı iddiasının kanıtlanamadığı, Tuzluca ilçesinde kız çocuklarının babalarından kalan taşınmazları bedelsiz yada cüzi bedellerle erkek kardeşlerine devretmesi şeklinde yerleşmiş ekonomik temelli sosyokültürel bir olgunun varolduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacılar tarafından temyiz edilmiştir. Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; tarafların ortak mirasbırakanları İsmail Kabul'ün 08/05/1982 tarihinde öldüğü geriye mirasçı olarak ilk eşi G. olma çocukları İpek, G. ve A.ve ikinci eşi T. olma çocukları (bekar ve çocuksuz ölen) Reyhan, Ayşe, Elmas, Çicek, Halime ve Süleyman'ı bıraktığı, davacının ilk eşten olma kızı Güher ile ikinci eşten olma kızı Ayşe, davalının ise ikinci eşten olma oğlu Süleyman mirasçıları oldukları, çekişmeye konu 130 ada, 17, 31 ada, 4 ve 5, 78 ada, 46 ve 47, 151 ada, 41, 45, 46, 80 ada, 37, 87 ada, 32, 86 ada, 33 parsel sayılı taşınmazlarda İ. K. Telli Kabul, S.. K.., H. K. Re. K.ve E. K. 1/6 payla malik iken İ. T.ve Reyhan'ın ölümü üzerine paylarının davacılar, davalı ve dava dışı kişilere intikal ettiği, iştirakçiler arasındaki pay temliki sonucunda S.. K.., A.K., Ç.Ö.ve İ. Ş. elbirliği halinde malik oldukları, davacılardan Ayşe'nin bizzat, Güher'in ise Bakırköy 9. Noterliğinin 24/06/2009 tarih, 22664 yevmiyeli vekâletnamesi ile vekil kılınan İ.Ç. aracılığıyla 05/01/2010 tarihinde satış yoluyla payların S.. K..'e temlik edildiği anlaşılmaktadır. Hemen belirtilmelidir ki, olayları bildirmek taraflara, hukuki nitelendirmeyi yaparak olaya uygulanacak yasa hükümlerini tespit ve tayin etmek hâkime aittir.O halde, dava dilekçesinin içeriğine iddianın ileri sürülüş biçimine göre davada dayanılan hukuki sebebin hile yanısıra vekâletin hile ile alındığı iddiasına dayalı olduğu, bu iddianın vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasını da içerdiği kuşkusuzdur. Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. 6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir. Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK'nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilinin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; davacılardan akde bizzat katılan Ayşe'nin okuma-yazma bilmediği, davacı tanığı olarak dinlenen Ç. Ö. 07/04/2011 tarihli celsedeki beyanında " Erzincan'da ikamet ettiğini, kardeşi Ayşe'nin kendisini arayarak Süleyman'ın tapuda intikal yapmak üzere vekâlet istediğini, fakat hasta olduğu için tapuya gidemediğini, bunun üzerine eve getirdiği evrakları imzaladığını, satış iradesi olmadığını, Ayşe'ye bedel ödemediğini ve kandırıldığını, Süleyman'ın Erzincan'a kadar gittiğini, tapuda intikal yapmak üzere vekâlet istediğini, kendisine güvenmediği için vekâlet vermediğini, dolayısıyla halen taşınmazda paydaş olduğunu" ifade ettiği,dava lı S.. K..'ün 05/05/2011 tarihli celsedeki beyanında "....tapudaki işlem sonunda her biri için 5.500,00 – TL ödediği" beyanında bulunduğu, gerek beyan edilen gerekse akitte gösterilen değer ile keşfen belirlenen değer arasında fahiş fark olduğu, öteyandan davacı Güher'in şehir dışında yaşadığı, akde bizzat katılmayıp vekaleten temsil edildiği halde tapudaki işlem sonunda parayı elden verdiği ifadesinin çelişkili olduğu gözetildiğinde okuma yazması olmayan satış iradesi taşımayan davacı Ayşe'nin payının hile ile edinildiği, diğer davacı Güher bakımından ise; temliki öğrenir öğrenmez dava dışı vekili azlettiği, vekil kılınan İ.Ç.paydaşlardan Halime'nin oğlu olduğu ve Halime'nin ölümcül hasta olduğu, onun ölümü halinde intikallerin daha da güç olacağı düşüncesiyle intikal yapılması amacıyla vekâlet verdiği, dolayısıyla hile ile elinden vekâlet alınarak satış iradesi olmadığı halde payların bedelsiz temlikinin sağlandığı dosya kapsamıyla sabittir. Anılan bu olgular yukarıda değinilen ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde davaya konu temliki işlemin davacı A.. K.. bakımından hile, diğer davacı G.. U.. bakımından ise vekâlet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirildiği açıktır. Hal böyle olunca, davanın kabulü gerekirken, yanılgılı değerlendirmeyle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Davacıların bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 17.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.