Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 8066 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 5903 - Esas Yıl 2010





MAHKEMESİ: SARIYER 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 14/07/2009NUMARASI: 2007/431-2009/253Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada; Davacı hazine, dava konusu 381 parsel sayılı taşınmazın 8260 m2 olarak senetsizden davalıların miras bırakanları adına tespit ve tescil edildiğini, komşu 382 parsele uygulanan tapunun şimal hududunun fundalık okuduğunu, taşınmazın zilyetlikle iktisabının mümkün bulunmadığını ileri sürüp tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, ispat edilemeyen davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı Hazine vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, tapu iptal-tescil isteğine ilişkin olup, mahkemece davanın reddine karar verilmiştir.Ancak, mahkemece yapılan araştırma, inceleme sonunda davalılar yararına mülk edinme koşullarının gerçekleştiği benimsenmek suretiyle davanın reddine karar verilmişse de, komşu 382 parsel sayılı taşınmazın genel kadastro sırasında tespitine esas alınan ilk tesisi 14.12.1946 tarih 278 sayılı tapu kaydının kuzey sınırı itibarıyla nizalı taşınmazı “fundalık” olarak göstermektedir. Oysa çekişme konusu 381 parsel sayılı taşınmazın 3402 sayılı Kadastro Yasasının 14. maddesindeki koşulların davalıların miras bırakanın lehinde gerçekleştiği gerekçesiyle 24.10.1961 tarihinde tesbit edildiği ve Hazinenin tesbite karşı itirazının 766 sayılı Tapulama Yasasının 60 / 3. maddesi uyarınca itiraz etmemiş sayılmasına karar verilerek tesbit gibi tapuya tescil edildiği görülmektedir. Hemen belirtilmelidir ki, anılan parselin tesbitine yönelik Hazinenin itirazı üzerine verilen “ itiraz etmemiş sayılma kararı” Hazine bakımından HUMK’nun 237. maddesinde öngörülen kesin hüküm sonucunu doğurmaz.Öyle ise, komşu 382 parsele uygulanan ilk tesisi 1946 tarihli olan tapu kaydının kuzey sınırı parsel yönünü fundalık olarak gösterdiğine göre, anılan taşınmazın bu tarihten sonra tarım arazisi haline getirildiğinin kabulü icab eder. Oysa 1946 tarihinden kadastro tespit tarihi olan 1961 tarihine kadar yasanın mülk edinme bakımından öngördüğü 20 yıllık zilyetlik süresinin davalıların mirasbırakanı adına gerçekleşmediği sabittir. Bu durum karşısında, davacı Hazinenin eldeki davanın açıldığı tarihe göre davasında haklı olduğu açıktır. Bu sebeple davanın kabul edilmesi gerekeceği tartışmasız ise de, eldeki davanın karara bağlanmasından önce 14.03.2009 tarihinde yürürlüğe giren 3402 sayılı Kadastro Yasasının 12/3. maddesi hükmüne ilave bazı hükümler getiren 5841 sayılı yasa hükümleri uyarınca henüz kesin hüküm halini almayan davalarda taşınmazın niteliği ve tarafların sıfatına bakılmaksızın 12/3. maddesindeki 10 yıllık hak düşürücü sürenin geçmiş olduğu da gözetilerek (tespit 1961 de yapıldığından, dava 2007 de açıldığından) bu sebeple davanın reddi gerekirken işin esası bakımından davanın red edilmiş olması isabetsiz ise de dava red edildiğine göre sonucu itibarıyla ve bu gerekçe ile doğrudur. Ne var ki, her dava açıldığı tarihteki koşullara tabidir. Yukarıda değinildiği üzere Hazine’nin eldeki davanın açıldığı tarihte davasında haklı olduğu ancak yürürlüğe giren yasa uyarınca haksız duruma düştüğünden yargılama giderlerinden ve bu giderlerden sayılan avukatlık ücreti ile maktu karar ve ilam harcından davalıların sorumlu tutulması gerekeceği tartışmasızdır. Öyle ise, Hazinenin temyiz itirazları değinilen yönlere hasren yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenle HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 08.07.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.