Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 7880 - Karar Yıl 2015 / Esas No : 7619 - Esas Yıl 2014





MAHKEMESİ : GÖLHİSAR ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 25/02/2014NUMARASI : 2012/140-2014/80Taraflar arasında görülen tapu iptali, tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi 'ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Dava; ehliyetsizlik, hata ve hile hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, hükmüne uyulan bozma ilamında belirtildiği şekilde araştırma ve inceleme yapılmak suretiyle 2659 sayılı Kanunun 6. ve 15.maddeleri gereğince Adli Tıp 4. İhtisas Kurulu’nun 31/01/2014 tarih, 422 sayılı raporu ile davacı M.. E..’in resmi akit tarihi (26/05/2010) itibariyle hukuki ehliyetinin bulunduğu gerekçesi ile davanın bu iddia yönünden reddine karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Davacının bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine.Ancak, iddianın içeriği ve ileri sürülüş biçimi itibarıyla davada ehliyetsizlik iddiasının yanısıra hata, hile hukuksal nedenine de dayanıldığı görülmektedir. Ne var ki, mahkemece, davada dayanılan hata-hile iddiası bakımından hükme yeterli bir araştırma ve bir değerlendirme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.Hemen belirtilmelidir ki; bir davada, Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, 11/04/1990 günlü, ve 1990/1-152, 1990/236 sayılı kararında da vurgulandığı üzere, davada dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Mahkemece önceden kurulan kararın ehliyetsizlik nedeniyle bozulmuş olmasının altında yatan gerçek, ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olması ve öncelikle araştırılması zorunluluğundan kaynaklanmaktadır.Bozma kararında da, sadece bu yöne değinilmiş olması diğer iddia bakımından bir inceleme yapılmaması gerektiği veya bu istekten vazgeçildiği ve yahut da kesinleştiği şeklinde değerlendirilemez.Bilindiği üzere; hile (aldatma), genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma, hilede ise yanıltma söz konusudur. 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 36/1. (818 s. Borçlar Kanunun (BK) 28/1.) maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse yanılma (hata) esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Diğer taraftan, Sözleşmenin konusu, niteliği ve ödenecek miktar gibi hususlarda dikkatsizliği veya bilgisizliği sonucu gerçek iradesine uymayan beyanda bulunmak suretiyle esaslı hataya düşen tarafın sözleşme ile bağlı sayılamayacağı kuşkusuzdur. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununda (TBK) tıpkı 818 sayılı Borçlar Kanunu (BK) gibi esaslı hatanın (yanılmanın) tanımı yapılmamış, 31 ve 32. maddede sınırlayıcı olmamak üzere örnekler gösterilmiştir. Kısaca iç irade ile açıklanan irade arasındaki bilmeyerek yapılan uyumsuzluk olarak tanımlanan hatanın (yanılmanın) esaslı kabul edilebilmesi için, uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa benimsendiği gibi, girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, daha açık söyleyişle hem yanılgıya düşen taraf, yönünden (sübjektif unsur), hem de iş hayatındaki dürüstlük kuralları (objektif unsur) açısından, hataya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının ispatlanması zorunludur. Bu koşulların varlığı halinde hataya düşen taraf, isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Yeter ki hatanın ileri sürülmesi TBK'nin 35. (BK'nin 25.) ve TMK'nin 2. maddesinde hükme bağlanan dürüstlük kuralına aykırı olmasın. Sözleşme yapılırken hataya düşen tarafın kusurlu bulunması sözleşmenin iptaline engel değildir. Ne var ki, TBK'nin 35. (BK'nin 26.) maddesinde öngörüldüğü gibi hatayı bilmeyen veya bilecek durumda bulunmayan ve kusursuz olan karşı tarafın menfi, gerektiğinde müspet zararının ödenmesi gerekir. Öte yandan, iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Hatanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde, sözleşmenin karşı tarafına yöneltilecek tek taraflı bir irade açıklaması ile bildirilebileceği gibi def'i veya dava yoluyla da kullanılabilir. Ayrıca hatanın varlığı her türlü delille ispat edilebilir. Bu durumda; yanılma ve aldatma her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle de bağlı değildir. Öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, def’i yahut dava yoluyla da kullanılabilir.Hâl böyle olunca, yukarıda belirlenen ilkeler çerçevesinde araştırma ve soruşturma yapılarak hata ve hile iddiaları yönünden hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir. Davacı vekilinin belirtilen nedenlerle temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün belirtilen nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.05.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.