Anasayfa /
İçtihat /
Yargıtay Karar No : 781 - Karar Yıl 2009 / Esas No : 11791 - Esas Yıl 2008
MAHKEMESİ : KARTAL 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 04/12/2007NUMARASI : 2004/434-2007/475Taraflar arasında görülen davada;Davacı oğlu B.in arkadaşı N.in borçlarından dolayı devamlı tehdit edilmesi nedeniyle davalı A.. vekil tayin ettiğini, vekilin 3693 ada 1 sayılı parselini davalı H. T.a satış suretiyle temlik ettiğini, onunda davalı S.ye temlik ettiğini ileri sürerek, tapu iptal ve tescil olmazsa değerin tazmini isteğinde bulunmuştur.Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, iddianın kanıtlanamadığı gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . .raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. -KARAR- Dava, tapu iptal ve tescil olmazsa tazminat isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dava dilekçesinin içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, davacının malik bulunduğu 1 parsel sayılı taşınmazın kendisinden tehdit ile alınan vekaletname kullanılmak suretiyle davalı H. T.a satış suretiyle, intikal ettirildiğini iddia ederek, eldeki davayı açtığı görülmektedir.Belirtilen iddianın niteliğine göre, vekaletin tehdit ile alındığı iddiasının aynı zamanda vekaletin kötüye kullanıldığı iddiasını da içerdiği kabul edilmelidir.Nitekim bu husus sapma göstermeksizin Yargıtay kararları ve öğretide de benimsenen bir ilkedir.Öyle ise, davada vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedeni bakımından bir araştırma yapılmasında zorunluluk vardır. Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; yukarıda değinilen ilkeler gözetildiğinde davada hükme yeterli bir araştırma yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.Hal böyle olunca, yukarıdaki ilkeler uyarınca araştırma ve inceleme yapılması, soruşturmanın eksiksiz tamamlanması ikinci el konumunda bulunan kişilerin Türk Medeni Kanununun 1023.maddesi anlamında iyiniyetli olup olmadıklarının açıklığa kavuşturulması ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilerek, yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Davacının temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 26.1.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.