Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 7675 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 20266 - Esas Yıl 2013





MAHKEMESİ : İSTANBUL ANADOLU 9. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 16/05/2013NUMARASI : 2010/500-2013/224 Taraflar arasında görülen elatmanın önlenmesi ve yıkım davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi .... raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; -KARAR- Dava, elatmanın önlenmesi ve yıkım isteklerine ilişkindir. Mahkemece, davalının davacıya ait taşınmaza haksız olarak el attığı ve yıkımın aşırı zarara neden olmayacağı gerekçesiyle davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden; davalıya gönderilen tebligatların dava konusu yer olduğu ifade edilen işyerinde, daimi çalışana tebliğ edildiği, bilirkişi raporu ve ıslah dilekçesinin ise anılan adres kapalı olduğundan Ümraniye'de başka bir adrese gönderildiği, tekrar iade edilince bu kez Tebligat Kanunu'nun 35. maddesine göre işlem yapıldığı oysa ki davalının, mernis sistemine kayıtlı bir adresinin bulunduğu anlaşılmaktadır. Somut olayda davacı, kayden malik olduğu 2287 parsel sayılı taşınmazın bir kısmına, komşu parsel maliki olan davalının taşkın şekilde yapılanmak suretiyle müdahale ettiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. Yapılan tebligatların kendisine ulaşmadığını ve işyerinde kiracıların bulunduğunu ifade eden davalının, anılan işyerinde çalışıp çalışmadığının belirlenmediği, davalının başka bir yerde ikamet ettiği ve mernis adresinin de dava konusu taşınmaz olmadığı anlaşıldığına göre, davalıya usulüne uygun şekilde tebliğat yapıldığını söyleme imkanı yoktur. Hemen belirtilmelidir ki, yargılamanın sağlıklı bir biçimde sürdürülebilmesi, iddia ve savunma ile ilgili delillerin eksiksiz toplanıp tartışılabilmesi davanın süratle sonuçlandırabilmesi, öncelikle tarafların yargılama gününden haberdar edilmesi ile mümkündür. Kişinin, hangi yargı merciinde duruşmasının bulunduğunu, hakkındaki iddia ve isnatların nelerden ibaret olduğunu bilebilmesi, usulüne uygun olarak tebligat yapılması ile sağlanabilir. HMK(Hukuk Muhakemeleri Kanunu)'nun 27. maddesi hükmünde çok açık bir şekilde vurgulanan temel kurala göre, hukuki dinlenilme hakkına riayet edilmeden başka bir ifadeyle tarafları dinlemeden, onları, iddia ve savunmalarını bildirmeleri için usulüne uygun olarak davet etmeden mahkeme hükmünü veremez. Bu bakımdan davetin ve bunun yazılı şeklinin (davetiyenin) davadaki önemi büyüktür. Öte yandan, tebligatın nasıl ve kimlere yapılacağı adres araştırması ve tespitinin yöntemi 7201 sayılı Tebligat Kanununda gösterilmiş, 5490 Sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 48 ve diğer maddelerinde de adres bilgilerinin tutulması, güncellenmesi ve kullanılması ile ilgili hükümler öngörülmüştür. Öncelikle; yasaya uygun biçimde taraf teşkilinin tamamlanmasından sonra işin esasına girilmesi, deliller toplanarak bir sonuca ulaşılması asıldır. Değinilen işlemleri nedeniyle tebligat, bilgilendirme yanında, belgelendirme özelliği de bulunan bir usuli işlemdir. Tebliğ ile ilgili Tebligat Kanunu ve Tüzük hükümleri şeklidir. Bu nedenle,tebligata ilişkin yasal hükümlerin gözden uzak tutulmaması ve uygulanması zorunludur.Kural olarak ‘tebligat’ tebligat yapılacak kişiye bilinen en son adresinde yapılır.(Teb. K. 10. md.) Son adreste bulunamamışsa, teblig memuru bulunabileceği adresi araştırır. Bulamazsa, durumu Muhtarlığa onaylatmak suretiyle saptar.(Teb. K 28 md.) Tebliği çıkaran kuruluşa bildirir. İlgili kuruluş adresi kişinin mensubu olduğu kurumlardan Tapu, Muhtarlık, Nüfus,Vergi Dairesi, Belediye idaresinden adresini araştırır. Buna rağmen, adres tespit edilemezse adres meçhul sayılarak ilanen tebligat kararı verilebilir.(Teb. K 46. md.) Özetlenen ilkeler, yasal ve yargısal uygulamalarla benimsenmiş öğretide de bu yönde görüşler ifade edilmiştir. O halde, yukarıda belirtilen işlemler yapılmaksızın ve ilkeler göz ardı edilerek sonuca gidilmiş olmasının doğru olduğu kabul edilemez. Esasen, taraf teşkilinin sağlanması Anayasanın 90/son maddesi delaletiyle AİHS'nin 6. maddesi hükmü uyarınca adil yargılanma hakkının da bir gereğidir. Bu durumda dava dilekçesinin tebliğinin yöntemine uygun olduğu söylenemez. Bunun sonucu olarak davalının eldeki davada savunma hakkını kullanamadığı ortadadır. Hal böyle olunca; davalıya usulüne uygun şekilde tebliğat yapılarak taraf teşkilinin sağlanması, bundan sonra yanların gösterecekleri delillerin eksiksiz olarak toplanması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken değinilen hususlar gözardı edilerek yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir. Kabule göre de, iddianın içeriği ve ileri sürülüş biçiminden davanın taşınmaz malın aynına ilişkin olduğu ve konusunu oluşturan hakkın para ile değerlendirilmesinin mümkün bulunduğu açıktır. Bu tür bir davada, 492 Sayılı Harçlar Kanununun 16. maddesi uyarınca dava değerinin elatılan yerin değeri ile yıkımı istenilen muhdesat değeri toplamından(4.3.1953 tarihli 10/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı) ibaret olacağı ve belirlenen bu değer üzerinden Harçlar Kanununun 26, 27, 28, 30 ve 32 maddelerinin öngördüğü şekilde işlemlerin yerine getirileceği ve gerekli olan harcın alınacağı tartışmasızdır. Öte yandan, Harçlar Kanunu, harç alınmasını veya tamamlanmasını yanların isteklerine bırakmamış; değinilen yönün mahkemece kendiliğinden (re'sen) gözetilmesini hükme bağlamıştır. 492 Sayılı Kanunun 32.maddesinde ise yargı işlemlerinden alınacak harçlar ödenmedikçe müteakip işlemlerin yapılamayacağı vurgulanmış 30.madde hükmünde de "...muhakeme sırasında tespit olunan değerin dava dilekçesinde bildirilen değerden fazla olduğu anlaşılırsa yalnız o celse için muhakemeye devam olunur; takip eden celseye kadar noksan değer üzerinden peşin karar ve ilam harcı tamamlanmadıkça davaya devam olunmaz. 6100 sayılı Yasanın 150. maddesinde gösterilen süre içinde dosyanın muameleye konulması noksan olan harcın ödenmesine bağlıdır." düzenlemesine yer verilmiştir. Bu nedenle mahkemece, yıkım isteği bakımından nisbi harç alınmaksızın davanın ikamesi ve yürütülmesi olanaklı olmadığından, davadaki yıkım isteği bakımından da peşin harcın alınması, bu gereklilik yerine getirildiği takdirde davaya devam edilerek işin esasına girilmesi ve sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yıkım davasının harçsız görülmesi sonucunu doğuracak şekilde hüküm kurulması da doğru değildir. Davalı tarafın temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile, hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, bozma sebebine göre davalının diğer temyiz itirazlarının şimdilik incelenmesine yerolmadığına, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 14.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.