MAHKEMESİ : KEMALPAŞA 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 24/02/2012NUMARASI : 2011/33-2012/63Yanlar arasında görülen elatmanın önlenmesi, ecrimisil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, elatmanın önlenmesi isteğinin kabulüne, ecrimisil isteğinin kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan14.05.2013 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat D..T..geldi, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen vekili Avukat gelmedi, yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü: Dava, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi ve ecrimisil isteklerine ilişkindir. Mahkemece, 233 parsele yönelik elatmanın önlenmesi isteğinin kabulüne, 233 ve 1 parsele yönelik ecrimisil isteklerinin kısmen kabulüne karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 233 parsel sayılı taşınmazın kısıtlı davacı S..adına kayıtlı olduğu, 1 parsel sayılı taşınmazın ise kısıtlı davacı S. davalı E..ve dava dışı kişilerin miras bırakanı M..adına kayıtlı olduğu, davacının T.. Sulh Hukuk Mahkemesi’nin 13.03.2009 tarihli ve 2008/1393 Esas, 2009/276 sayılı kararı ile Türk Medeni Kanunu'nun 405 ve 408. maddeleri uyarınca kısıtlanmasına karar verildiği ve bu kararın 07.05.2009 tarihinde kesinleştiği, davacı vasisinin 233 parsel yönünden elatmanın önlenmesi ve ecrimisil, 1 parsel sayılı taşınmaz yönünden ise yalnız ecrimisil talepleri ile eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır. Mahkemece, çekişme konusu 1 parsel sayılı taşınmaz yönünden davacının miras payına karşılık gelen toplam 1325.75.TL ecrimisile karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik yoktur. Davalının bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir, Reddiyle hükmün bu yönden ONANMASINA, Davalının 233 parsel yönünden temyiz itirazlarına gelince, davalının bu taşınmazı kısıtlı davacı S.. ile aralarında düzenlenmiş olan Kemalpaşa 1. Noterliğinin 19.07.2007 tarihli ve 11386 yevmiye numaralı Tip Ortakçılık Sözleşmesine dayalı olarak kullandığını savunduğu, mahkemece davacının T.. Sulh Hukuk Mahkemesinin 13.03.2009 tarihli ve 2008/1393 Esas, 2009/276 sayılı kararı ile akıl hastalığı nedeniyle kısıtlandığı ve bu nedenle sözleşmenin geçersiz olduğu gerekçesiyle elatmanın önlenmesi ve hesap edilen ecrimisil hüküm altına alınmış ise de, sözleşme tarihi itibariyle davacının hukuki işlem ehliyetinin bulunup bulunmadığı konusunda herhangi bir araştırma ve inceleme yapılmış değildir. Bilindiği üzere, Davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21).Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Hal böyle olunca, kısıtlama kararının sözleşme tarihinden sonra olduğu gözetilerek kısıtlı davacının tedavi evrakları ve kısıtlama kararına ilişkin dosyanın temini ile, ortaklık sözleşmesi tarihi olan 19.07.2007 tarihinde davacının hukuki işlem ehliyetinin bulunup bulunmadığı hususunda Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulundan rapor alınması ve hasıl olacak sonuca göre karar verilmesi gerekirken, anılan husus gözardı edilerek hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Davalının bu yöne değinen temyiz itirazının kabulü ile, hükmün açıklanan nedenden ötürü (6100 Sayılı HMK’nun geçici 3. maddesi yollamasıyla) 1086 Sayılı HUMK’nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 29.12.2012 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 990.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 14.05.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.