Anasayfa /
İçtihat /
Yargıtay Karar No : 7617 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 6282 - Esas Yıl 2010
MAHKEMESİ : BÜYÜKÇEKMECE 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 13/09/2007NUMARASI : 2004/2038-2007/837Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada; Davacı Hazine, davalılar adına kayıtlı 1453 parsel sayılı taşınmazın kıyı-kenar çizgisi içerisinde kaldığını ileri sürerek, taşınmazın tapu kaydının iptali ile davalıların el atmasının önlenmesi ve yıkım isteğinde bulunmuştur.Davalı taraf, davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, dava konusu taşınmazın geldi kaydı olan 161 parselin Hazinenin taraf olduğu mahkeme ilamı sonucunda tescil görmüş olduğu ve bu ilamın kesin hüküm niteliğinde bulunduğu gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar, davacı Hazine vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . ...'in raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, 3621 Sayılı Yasadan kaynaklanan tapu iptali ve sicil kaydının kütükten terkini, elatmanın önlenmesi ve yıkım isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın kesin hüküm nedeniyle reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 1453 parselin geldisi olan 161 parsel sayılı taşınmazın genel kadastroda 28.08.1965 tarihinde davalıların bayii K. C. Ç. ve İ. K. adına tespit gördüğü ve tespit maliki K.C. Ç.’nın anılan parselin dışında kalan bölümün de tapu kaydı kapsamında kaldığı gerekçesiyle tespite itiraz ettiği ve kadastro mahkemesinde görülen dava sırasında bu davacının davasından feragat etmesi sonucunda tespitin o haliyle kesinleştiği anlaşılmaktadır.Yukarıda değinilen olgu gözetildiğinde belirtilen davanın çekişme konusu 1453 parselin geldisi olan 161 parsel sayılı taşınmaza yönelik bulunmadığı, kadastro mahkemesinde görülen o davanın anılan bu parselin dışında kalan yere ilişkin bulunduğu dosya kapsamı ile sabittir.Bilindiği üzere; maddi anlamda kesin hüküm, yargısal (kazai) kararlara tanınan yasal gerçeklik (hakikat) vasfıdır. Bu vasıf yargısal (kazai) kararların gerçeğe (hakikata) uygun olarak verildiğinin kabul edilmesini zorunlu kılar.Kesin hüküm kuralı, haklı ve adil kararların korunması yanında, kişiler arasındaki çekişmelerin sonsuza dek davam etmesini önlemek, toplumun istikrar ve düzenini sağlamak, hukukun ve yargının güvenirliğini korumak amacıylada kabul edilmiştir.Bütün yasal yollar kapandıktan ve verilen hüküm kesinleştikten sonra, aynı davanın tekrar yargı önüne getirilmesi, toplumda sonu gelmeyen çekişmelere, huzursuzluklara, istikrarsızlıklara, kazanılmış hakların her zaman ortadan kaldırılabileceği endişesine neden olur.Çelişkili kararların çıkmasına sebebiyet verir.Bu itibarla, tarafları,mevzuu ve sebebi aynı olan Devletin iştiraki, hakimin tarafsız araştırması ve iradesi ile kurulan, tüm yasal yollardan geçmek suretiyle; diğer bir anlatımla şekli yönüyle de kesinleşen önceki hükmün korunmasında kamunun büyük yararı bulunmaktadır.Hukukumuzda kamu düzeninden sayılan ve Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 237.maddesinde düzenlenen kesin hüküm tarafların anlaşmaları ile ortadan kaldırılamadığı gibi, mahkemece kendiliğinden (resen) gözönünde tutulur. Düzenlediği hak ve çıkar ilişkileri yönünden yasal gerçeklik (hakikat) sayıldığından taraflarını bağlar.Somut olayda; kesin hükmün varlığı halinde davalıların bayii davada taraf olduğundan halefiyet tarikiyle davalıları bağlıyacağında kuşku yoktur.Ancak feragatle sonuçlanan kadastro mahkemesindeki davada çekişmeli 1453 parselin geldisi olan 161 parsel sayılı taşınmaz dava konusu edilmemiş, bu parselin dışında kalan kısım dava konusu edilmiştir.O halde yukarıda değinilen ilkeler gözetildiğinde dava edilen yerin aynı yer olmadığından kesin hükmün varlığından söz etme olanağı yoktur. Öyleyse mahkemenin kesin hüküm nedeniyle davayı reddetmiş olması doğru değildir. Nevarki 1453 parselin geldisi olan 161 parsel sayılı taşınmazın kadastro tespiti 13.03.1973 tarihinde kesinleşerek çap kaydı oluşmuş, eldeki dava ise 07.11.2003 tarihinde açılmıştır.14 Mart 2009 tarihli Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe giren 3402 Sayılı Kadastro Yasasının 12/3.maddesine ilave düzenlemeler getiren 5841 Sayılı Yasa hükümleri gereğince tarafların ve taşınmazın niteliğine bakılmaksızın kadastro öncesi nedenlere dayalı olarak 10 yıl geçtikten sonra açılacak davaların dinlenemeyeceği öngörülmüştür.Buna göre mahkemece anılan yasa hükmü gözetilmek suretiyle bir değerlendirme yapılması, öte yandan her dava açıldığı tarihteki koşullara tabi olduğuna göre dava tarihinde davasında haklı olduğu belirlenen tarafın yargılama sırasında yürürlüğe giren bir yasa hükmü yada İçtihadı Birleştirme Kararı uyarınca haksız duruma düşmesi halinde yargılama giderlerinden ve bu giderlerden sayılan avukatlık ücretinden sorumlu tutulamayacağı, aksine bu giderlerle birlikte maktu harçtan davalının haksız durumu belirlenirse sorumlu olacağı gözetilmek suretiyle bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir.Davacının değinilen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 28.06.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.