Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 7540 - Karar Yıl 2015 / Esas No : 7274 - Esas Yıl 2014





MAHKEMESİ : İSKENDERUN 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 26/12/2013NUMARASI : 2013/76-2013/561Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, hak düşürücü süre yönünden reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olup, yapılan incelemede duruşma istemi değerden reddedilerek, Tetkik Hakimi 'ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Dava, taraf muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Davacı, maliki olduğu 321 ada, 6 parsel sayılı taşınmazdaki 11 numaralı bağımsız bölümü, intifa hakkını üzerinde tutarak çıplak mülkiyetini hiçbir bedel talep ve tahsil etmeden 11/09/2008 tarihinde satış yoluyla davalı oğluna temlik ettiğini, işlem satış olarak görünmekte ise de gerçekte oğlu olan davalıya bağışladığını, ancak, haklı nedenlerle bağıştan rücu ettiği halde davalının taşınmazı iade etmediğini ileri sürerek, tapu kaydının iptali ile adına tescili isteği ile 19.2.2013 tarihinde eldeki davayı açmıştır.Davalı, öncelikle davanın hak düşürücü süre nedeniyle usulden reddine karar verilmesi, aksi halde davacının muvazaa iddiasını yazılı delil ile kanıtlaması gerektiğini belirterek, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davacının, davalı oğlunun hal ve davranışlarına vakıf olduğu tarihten itibaren bir yıl içerisinde bağıştan rücu davası açması gerekirken hak düşürücü süre geçtikten sonra davanın açıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; dava konusu 321 ada, 6 parsel sayılı taşınmazdaki 11 numaralı bağımsız bölümün, davacı tarafından intifa hakkı üzerinde bırakılarak çıplak mülkiyetinin 11/09/2008 tarihinde davalıya satış yoluyla temlik edildiği anlaşılmaktadır.Hemen belertilmelidir ki, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun 33. (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu'nun 76.) maddesi hükmü uyarınca olayları bildirmek taraflara, hukuki nitelendirmeyi yaparak olaya uygulanacak yasa hükümlerini tespit ve tayin etmek mahkemeye aittir. Somut olayda, dava dilekçesi içeriği ve iddianın ileri sürülüş biçimine göre, davacı tarafından davalıya yapılan temlikin taraf muvazaasına dayalı olarak yapıldığı ileri sürülerek eldeki davanın açıldığı görülmektedir.Bilindiği üzere; muvazaa kısaca irade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanabilir. Muvazaada taraflar üçüncü kişileri aldatmak amacıyla gerçek iradelerine uymayan, aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak için anlaşarak bazen aslında bir sözleşme yapma iradesi taşımadıkları halde görünüşte bir sözleşme yapmaktadırlar (mutlak muvazaa). Veya gerçek iradelerine uygun olarak yaptıkları sözleşmeyi iradelerine uymayan görünüşteki bir sözleşme ile gizlemektedirler (nisbi muvazaa) Yanlar, ister salt bir görünüş yaratmak için, ister başka bir sözleşmeyi gizlemek amacıyla, sözleşme yapsınlar görünüşteki sözleşme gerçek iradelerine uymadığından, tabandaki sözleşmede tapulu taşınmazlarda şekil koşullarını taşımadığından geçersizdir. Muvazaa nedeniyle geçersiz sözleşmeye dayanılarak bir taşınmazın tapuda temliki yapılmışsa bu tescil yolsuz bir tescil hükmündedir. Ayrıca, muvazaalı sözleşmeler yapıldığı andan itibaren taraflar arasında hüküm ve sonuç doğurmayacağından açılan dava sonunda verilen karar, yenilik doğurucu (inşaî) bir hüküm değil, açıklayıcı (ihdasî) bir hüküm durumundadır. Öte yandan, muvazaanın varlığını iddia eden taraf veya bunların ardılı (halefi) sıfatı ile hareket eden, başka bir anlatımla sözleşmenin yanlarından birine teb'an dava açan kişi Türk Medeni Kanunun 6. maddesi gereğince bu iddiasını ispat etmek zorundadır. Senede bağlı bir sözleşmeye karşı muvazaa iddiası, 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunun 200 ve 201. (1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanununun 288 ve 290.) maddelerinde belirtildiği üzere ancak yazılı delille kanıtlanabilir. Sözleşme aynı kanunun 203. (HUMK'nun 293.) maddesinde sözü edilen yakın akrabalar arasında yapılmış olsa dahi, muvazaanın yazılı delille ispat edilmesi gerekir. Böyle bir sözleşmenin resmi şekilde yapılması halinde bile olayın özelliği itibariyle adi yazılı delilin yeterli olacağı öğretide kararlılık kazanmış yargısal içtihatlarda ortaklaşa kabul edilmiştir. İşte bu görüşten hareketle, 5.2.1947 tarih 20/6 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında taraf muvazaası ve takma ad (namı-müstear) davalarında iddianın ancak yazılı delille kanıtlanabileceği kabul edilmiştir.Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler uyarınca davacı ile davalı arasındaki temliki işlemin muvazaalı olup olmadığının açıklığa kavuşturulması, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, hukuki nitelendirmede yanılgıya düşülerek yazılı olduğu üzere karar verilmesi doğru değildir.Davacı vekilinin temyiz itirazı açıklanan nedenden ötürü yerindedir. Kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 25.05.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.