MAHKEMESİ : ÇAY ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 19/09/2013NUMARASI : 2012/455-2013/431Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekilince yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ... raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Dava, ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkin olarak vasi tarafından açılmıştır.Mahkemece, Afyonkarahisar Adli Tıp Şube Müdürlüğünün raporu ile temlik işleminin yapıldığı tarihte davacının tasarruf ehliyetinin olmadığının belirlendiği gerekçesi ile davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı H.. A..'ın maliki olduğu 3560 parsel sayılı taşınmazını 06.04.2012 tarihinde davalıya satış suretiyle devrettiği, davacı vasisinin ise işlem tarihinde davacının ehliyetsiz olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açtğı anlaşılmaktadır.Gerçekten de, kayıt maliki H.. A..'ın vesayet altına alındığı anlaşılmaktadır. Bu durumda davanın hukuki ehliyete haiz olmayan kişi adına açıldığı kabul edilmelidir. Ne var ki, vasi bakımından vesayet makamından Türk Medeni Kanununun 462/8. maddesi gereğince husumete izin olmaksızın yargılamaya devam edilmesine olanak yoktur. Öte yandan,davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, TMK'nin 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.6.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafiklerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Dairesinden rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen TMK'nin 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Somut olaya gelince; dosyada mevcut Afyonkarahisar Adli Tıp Şube Müdürlüğünün raporunda davacının akit tarihi itibariyle ehliyetli olmadığı belirtilmişse de ehliyetsizlik yönünden alınan raporun hükme yeterli olduğunu söyleyebilmek olanağı yoktur.Hal böyle olunca, öncelikle Türk Medeni Kanununun 462/8 maddesi gereğince, merciinden husumete izin belgesi alınması, ondan sonra yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilip satış tarihi itibariyle davacı H.. A..'ın ehliyetli olup olmadığının Adli Tıp Kurumundan alınacak raporla saptanması, ondan sonra sonucuna göre ve iddianın kanıtlanması durumunda 6100 sayılı HMK. nun 297/2. maddesi hükmüne uygun olarak infazı mümkün kılacak ve tereddüt doğurmayacak şekilde hüküm tesis edilmesi gerekirken değinilen hususları içermeyen biçimde yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Davalı vekilinin bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile yerel mahkeme kararının (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 09.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.