MAHKEMESİ: MUCUR ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 19/03/2009NUMARASI: 2006/40-2009/64Taraflar arasında görülen davada;Davacı, miras bırakanın maliki olduğu 539 ve 546 parsel sayılı taşınmazlarını ölünceye kadar bakım akti ile davalı torununa temlik ettiğini, işlem tarihinde murisin hukuki ehliyetinin bulunmadığını, aynı zamanda yapılan işlemlerin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek, mirasçılar adına tapu iptal ve tescile ya da tenkise karar verilmesini istemiştir.Davalı, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, iddiaların kanıtlanamadığı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı vekilince süresinde temyiz edilmiş olmakla Tetkik Hakimi raporu okundu. Düşüncesi alındı. Dosya incelendi. Gereği görüşülüp, düşünüldü. Dava, ehliyetsizlik ve muris muvazaası hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil ya da tenkis isteklerine ilişkindir.Mahkemece, kanıtlanamayan davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; miras bırakan E.K., maliki olduğu 539 ve 546 parsel sayılı taşınmazlarını 29.12.2005 tarihinde ölünceye kadar bakma akti ile davalı torununa temlik ettiği anlaşılmaktadır.Davacı, miras bırakanın temlik tarihinde ehliyetsiz olduğunu, aynı zamanda yapılan işlemin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.Bilindiği gibi; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar H.U.M.K.’nun 286 maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir. Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür.Somut olaya gelince; mahkemece, Adli Tıp Kurumundan rapor alınması yönünde gerekli masrafların davacı tarafından yatırılması için 21.12.2006 ve 15.2.2007 tarihli oturumlarda, bir sonraki oturuma kadar iki kez süre verildiği, davacı vekilinin masrafları ödeyeceklerini bildirdiği, daha sonraki duruşma için tarafların mazeret bildirdikleri ve mahkemece bu mazeretlerin kabul edildiği görülmektedir.Hemen belirtilmelidir ki, mahkemece verilen ikinci sürenin yasa gereği kesin süre (HUMK.163.md.) olduğu ancak, süre veya kesin süre tayin edilen hallerde bu süre içerisinde yerine getirilmesi gereken hususun yerine getirilmemesi halinde müeyyidesinin ne olacağının da ara kararında açıkça belirtilerek tebliğ edilmesi asıldır. Öyleyse, yasal koşulları taşımayan mehle hukuki sonuç bağlanması doğru değildir. Başka bir ifadeyle, ehliyetsizliğin kamu düzeniyle ilgili bulunduğu gözetilerek bu konuda 2659 Sayılı Yasanın 7 ve 16.maddeleri gereğince Adli Tıp Kurumu 4.İhtisas Dairesinden rapor alınması, murisin işlem tarihinde hukuki ehliyete sahip olduğunun anlaşılması halinde muvazaa yönünden davacının teklif ettiği yeminin davalının eda etmesi durumu da değerlendirilerek neticesine göre bir karar verilmesi gerekmektedir.Hal böyle olunca, yukarıda açıklanan ilkeler ve yasa hükümleri çerçevesinde bir araştırma yapılarak tüm delillerin birlikte değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir. Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün belirtilen nedenlerle HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 23.6.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.