MAHKEMESİ : ZİLE ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 10/12/2013NUMARASI : 2012/425-2013/409Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi 'ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR-Dava, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Davacı, kayden maliki olduğu 101 ada 224 ve 225 parsel sayılı taşınmazları ile 104 ada 21 parsel sayılı taşınmazını, dava dışı oğlu Yakup ile davalının; taşınmazları davalıya satması halinde Halkbankası Zile Şubesine olan kredi borçlarının ödeneceği telkini üzerine davalıya aktardığını, ancak davalının kredi borçlarını ödemediği gibi, taşınmazları da iade etmediğini, hileye düşürüldüğünü öte yandan akit tarihinde aynı zamanda ehliyetsiz de olduğunu ileri sürerek, tapu iptal ve tescile karar verilmesini istemiştir. Davalı, iddiaların doğru olmadığını, davacının ehliyetli olduğunu, satışın usulüne uygun yapıldığını resmi aktin aksinin aynı kuvvette belge ile ispat edilmesi gerektiğini, davacıya 10.000.-TL ödediğini, buna davacının oğlunun da şahit olduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, olayların anlatımına göre, davanın ehliyetsizlik ve inançlı işlem hukuksal nedenlerine dayalı açıldığı, davacının tedavi evraklarında belirtilen rahatsızlıklarına göre ehliyetsizlik iddiasının dinlenebilir olmadığı, inançlı işlem iddiası yönünden de yazılı belgesinin olmadığı, kendi muvazaasına da dayanamayacağı gerekçesi ile davanın reddine karar verilmiştir. Hemen belirtmek gerekir ki; bir davada, (Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun, 11/04/1990 gün, ve 1990/1-152, 1990/236 sayılı kararında da vurgulandığı üzere) dayanılan maddi olaylar bakımından birkaç hukuki nedenin bir arada gösterilmesinde ilke olarak usul ve yasaya aykırı bir yön yoktur. Önem derecesine göre bu nedenlerin sırayla araştırılması gerekir. Dava dilekçesi içeriğinden ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, davada, ehliyetsizlik ve hile hukuksal nedenlerine dayanıldığı anlaşılmaktadır.Ne var ki; dayanılan nedenlerden birinin ehliyetsizlik olması halinde kamu düzeniyle ilgili bulunması ve ehliyetsizliğin saptanması halinde öteki nedenlerin incelenme gereğinin ortadan kalkacağı hususları dikkate alındığında öncelikle bu neden üzerinde durulması gerektiği kuşkusuzdur. Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun (TMK) “fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir” biçimindeki 9. maddesi hükmüyle şahsın hak elde edebilmesi, borç (yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlanmış. 10. maddesi de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin (reşit) olmayı kabul ederek “ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır.” hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü” eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek, aynı yasanın 13. maddesinde “yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, TMK'nin 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. Bu ilke 11.6.1941 tarih 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında da aynen benimsenmiştir.Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında; bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve malvarlığı hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem (müşahede) kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her ne kadar 6100 s. Hukuk Muhakemeleri Kanununun 282. maddesinde belirtildiği gibi bilirkişinin “oy ve görüşü” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nispi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumu Dördüncü İhtisas Kurulundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen TMK'nin 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Somut olaya gelince; ehliyetsizlik iddiası yönünden yukarıda değinilen ilke ve düzenlemeler kapsamında bir araştırma yapılmış ve Dördüncü Adli Tıp İhtisas Kurulundan rapor alınmış değildir. Hal böyle olunca; yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, davacıya ait raporlar, reçeteler vs. evrakların temin edilerek, akit tarihinde davacının hukuki ehliyete haiz olup olmadığı yönünde Dördüncü Adli Tıp İhtisas Kurulundan rapor alınması, davacının, ehliyetsiz olduğunun belirlenmesi halinde, öncelikle davacıya vasi tayin edilmesinin sağlanması, vasi tarafından dava takip edildiği takdirde davanın kabulüne karar verilmesi; ehliyetli olduğunun anlaşılması halinde ise, hile hukuksal nedenine dayalı isteğinin değerlendirilmesi ve varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken, eksik soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.Davacı vekilinin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenlerle (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 14.05.2015 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.