Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 7258 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 19802 - Esas Yıl 2013





MAHKEMESİ : DERİNKUYU ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 21/06/2013NUMARASI : 2013/59-2013/137Taraflar arasında görülen tapu iptal ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece, davanın reddine ilişkin olarak verilen karar davacı vekili tarafından yasal süre içerisinde, temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ... raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Dava, ehliyetsizlik ve hile hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Davanın reddine ilişkin olarak verilen karar Dairece, ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davanın dinlenebilmesi için, Türk Medeni Kanunu'nun 462. maddesinin 8. fıkrası hükmü uyarınca dava açılması veya açılan davaya muvafakat sağlanması bakımından vesayet makamından izin alınması gerektiği, mahkemece izin alınmadan davaya devam edilerek işin esası bakımından karar verilmiş olmasının doğru olmadığına değinilerek bozulmuş, mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama neticesinde, davacının ehliyetsizlik iddiasının ancak Adli Tıp Kurumundan alınacak rapor ile kanıtlanabileceği, davacının fiili imkansızlık nedeniyle Adli Tıp Kurumuna gidemeyeceğini beyan ettiği, bu durumda iddianın kanıtlanamadığı, davacının ehliyetsiz olup olmadığı tespit edilemediğinden hile iddiasının da incelenemeyeceği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 79 ada 173 parsel ve 257 ada 469 parsel sayılı taşınmazların davacı tarafından 02.08.2002 tarihinde davalı Köksal'a, 257 ada 163 parsel sayılı taşınmazın da 31.05.2006 tarihinde davalı Hatice'ye satış suretiyle temlik edildiği, davacı vasisinin, davacının satış yapma iradesinin olmadığını, aslında taşınmazları dava dışı oğlu C.E. ölünceye kadar bakma akdi ile devretmek niyetinde olduğunu, oğlu C. E.hileli işlemleri neticesinde yapılan temlikin satış olduğunu sonradan öğrendiklerini, ayrıca davacının vesayet altına alındığını ve uzun zamandır akıl hastalığı nedeniyle tedavi gördüğünü, hile ve ehliyetsizlik nedeniyle satış işlemlerinin geçersiz olduğu iddiasıyla eldeki davayı açtığı, davacı vekilinin aşamalardaki beyanlarında kısıtlı olan davacının rapor almak üzere Adli Tıp Kurumuna gidemeyeceğini belirterek raporun dosya üzerinden alınmasını istediği anlaşılmaktadır.Bir davada 11.04.1990 tarih, 1990/1-152-236 sayılı Hukuk Genel Kurul kararında da belirtildiği üzere birden ziyade hukuksal sebebe dayanılması olanaklıdır. Bu halde, mahkemece, önem sırası dikkate alınmak suretiyle her bir hukuki sebep yönünden araştırma yapılması zorunludur. Ehliyetsizlik iddiası kamu düzeni ile ilgilidir. Davada, temliki yapan ve adına tescil istenen davacının temlik tarihinde ehliyetsizliği iddia edildiğine göre ehliyetsizlik iddiasının re’sen dikkate alınması ve incelenmesi gerekir. Yapılacak inceleme sonunda kayıt malikinin ehliyetli olduğunun saptanması halinde ise, davada dayanılan diğer sebep yönünden gerekli araştırma yapılması gerekeceği kuşkusuzdur. Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Türk Medeni Kanununun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak da tarif edilerek aynı Yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk ya da bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir.Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, Türk Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. ( 11.6.1941 tarihli 4/21 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı).Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tespitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, 6100 sayılı HMK'nun 282. maddesi gereğince temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Öte yandan hile (aldatma); genel olarak bir kimseyi irade beyanında bulunmaya, özellikle sözleşme yapmaya sevk etmek için onda kasten hatalı bir kanı uyandırmak veya esasen var olan hatalı bir kanıyı koruma yahut devamını sağlamak şeklinde tanımlanır. Hata da yanılma, hilede ise yanıltma söz konusudur. 6098 s. Türk Borçlar Kanununun (TBK) 36/1. (818 s. Borçlar Kanununun (BK) 28/1.) maddesinde açıklandığı üzere taraflardan biri diğer tarafın kasıtlı aldatmasıyla sözleşme yapmaya yöneltilmişse yanılma (hata) esaslı olmasa bile aldatılan taraf için sözleşme bağlayıcı sayılamaz. Değinilen koşulların varlığı halinde aldatılan taraf hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Diğer taraftan, hile her türlü delille ispat edilebileceği gibi iptal hakkının kullanılması hiç bir şekle bağlı değildir. Aldatmanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde karşı tarafa yöneltilecek bir irade açıklaması, defi yahut dava yoluyla da kullanılabilir. Somut olayda davacı vekili, vasinin kısıtlıyı Adli Tıp Kurumuna götüremeyeceğini, bunu tek başına yerine getirmesinin olanaksız olduğunu belirtmesine rağmen, mahkemece kolluk marifetiyle davacının Adli Tıp Kurumuna sevkinin sağlanabileceği gözetilmeden iddianın kanıtlanamadığından bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir.Hal böyle olunca; ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu gözetilerek önemine binaen öncelikle incelenmesi, tarafların delilleri eksiksiz toplandıktan, varsa davacıya ait sağlık kurulu raporları, hasta müşahade kağıtları vs. istenildikten sonra bunlarla birlikte ve kolluk marifetiyle davacının Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi, akit tarihinde hukuki ehliyeti haiz olup olmadığı yönünde rapor alınması, işlem tarihinde fiil ehliyetini haiz olmadığının belirlenmesi durumunda davanın kabulüne karar verilmesi; davacının ehliyetli olduğunun belirlenmesi halinde ise, hile hukuksal nedenine dayalı isteğin değerlendirilmesi, sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken eksik soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması isabetsizdir.Davacı vekilinin bu yöne ilişkin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 07.04.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.