Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 725 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 3798 - Esas Yıl 2013





MAHKEMESİ : BODRUM 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 15/10/2012NUMARASI : 2008/324-2012/527Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil veya tazminat davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kısmen kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalılar tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 21.1.2014 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden Davalı S.. A.. vekili Avukat R.A., Davalı K.. K.. vekili Avukat H. K. ile temyiz edilen vekili Avukat İ.K.geldiler duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi ..... tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:-KARAR-Dava, tapu iptali ve tescil, olmadığı taktirde bedel isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın vekâlet görevinin kötüye kullanılması iddiası ile açıldığı, çekişme konusu taşınmazın vekil davalı Süleyman tarafından diğer davalı Kürşat’a satış suretiyle temlik edildiği, davalı Kürşat’ın kötü niyetli olduğuna ya da vekil ile işbirliği içinde bulunduğuna dair bir delil bulunmadığı, tapu iptali ve tescil talebinin reddi gerektiği, vekilin satış bedelini davacıya ödediğini ispat edemediğinden taşınmazın dava tarihi bedelinden sorumlu tutulması gerektiği gerekçesiyle davanın bedel isteği yönünden kabulüne karar verilmiş, hüküm davalılar tarafından temyiz edilmiştir.Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; çekişme konusu 786 parsel sayılı taşınmazın 28.08.1998 tarihli akitle, davacının vekili olan davalı Süleyman tarafından diğer davalı Kürşat ‘a satış suretiyle temlik edildiği anlaşılmaktadır.Davacı, kayden maliki olduğu 786 parsel sayılı taşınmazın 04.09.1997 tarihli vekâletnameye istinaden davalı S. tarafından davalı K.t’a sahtecilik suretiyle temlik edildiğini, vekaletnamenin sahte olduğunu, taşınmazı M.U.dan 04.09.1997 tarihinde satın aldığını, davalı S.’ın bayii M.’un da vekilliğini yaptığını, taşınmazı edinirken satış evrakları arasında kendisine vekâletnamenin de imzalatılmış olabileceğini, davalı S.’a kendisinin satış için irâdi olarak verdiği bir vekâletnamenin söz konusu olmadığını, taşınmazı edindiği gün satış için vekâlet vermesinin olağan bulunmadığını, satıştan haberi olmadığını, satış bedelinin kendisine ödenmediğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır.Davalı S. sahtecilik iddiası bakımından kendisine husumet yöneltilemeyeceğini, dava konusu taşınmazı geçerli vekâlete istinaden davacının talimatı ile diğer davalıya devrettiğini, satış bedelini davacıya ödediğini, satıştan 11 yıl sonra açılan dava bakımından dava zamanaşımının dolduğunu belirterek davanın reddini savunmuştur.Davalı K.ise, davanın zamanaşımı dolduktan sonra açıldığını, iddiaların doğru olmadığını, dava konusu yeri tapu kaydına güvenerek ve bedelini ödeyerek satın aldığını belirterek davanın reddini savunmuştur.Hemen belirtmek gerekir ki, iddianın ileri sürülüş biçiminden ve yukarıda açıklanan dava dilekçesi içeriğinden, davada sahtecilik ve vekâletin hile ile alındığı iddiasına, dolayısıyla vekâlet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenlerine dayanıldığı açıktır.Dosya kapsamı ile, davacı her ne kadar eldeki davada sahtecilik iddiasında bulunmuş ise de, yapılan yargılama sonucunda ve özellikle davacının 08.06.2007 tarihli şikâyeti üzerine resmi belgede sahtecilik suçundan Bodrum Cumhuriyet Başsavcılığının yaptığı soruşturma sırasında, yazılan talimat gereği Karşıyaka Cumhuriyet Başsavcılığında, 02.05.2008 tarihinde verdiği beyanında, dava konusu taşınmazın satışına konu 04.09.2007 tarihli vekâletnamenin aslında bulunan imza ve yazının kendisine ait olduğunu kabul ettiği görülmektedir.O halde, dava konusu taşınmazın satışına konu vekâletnamenin davacı tarafından verildiğinin, dolayısıyla sahteciliğin söz konusu olmadığının kabulü gerektiği açıktır. Öte yandan, bilindiği gibi, taşınmaz malların haksız eylem sonucu malikin elinden çıkmış olduğu hallerde zararın gerçekleştiği tarihin, ayni hakkın sona erdiği tarih olacağı açıktır. Taşınmazın üçüncü kişiye temlik edilmesine rağmen tapu iptali davası ile bunu geri alma hakkı mevcut olduğu sürece ayni hakkın sona erdiği düşünülemez. Eldeki davada ayni hak devam ettiğine göre zamanaşımının işlemeyeceği açıktır. Öyleyse, davalıların zamanaşımı savunmasına değer verilemeyeceği kuşkusuzdur.Davacı, sahtecilik iddiası yanında vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı iddiasına da dayanmıştır. Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekâlet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2. ( 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 506/2.) maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekâleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekâletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Türk Medeni Kanunu'nun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekâlet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekâlet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekâlet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Türk Medeni Kanunu'nun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olayda, mahkemece, vekâlet görevi kötüye kullanılarak taşınmazın temlik edildiği iddiası bakımından hükme yeterli bir araştırma ve inceleme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur. Şöyle ki, vekil özen borcunu yerine getirmek zorunda olup, mahkemece bu hususta araştırma yapılmamış, taşınmazın satış tarihi değerinin ne olduğu belirlenmemiş, bilirkişiden davacının zararının tespiti bakımından denetime elverişli bir rapor alınmamış ve davacı tanıkları dinlenmemiştir. Hâl böyle olunca; yukarıda açıklanan ilke ve olgular uyarınca gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, taraf delillerinin eksiksiz toplanması ile vekil Süleyman’ın özen borcunu yerine getirip getirmediğinin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi, hâsıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı biçimde hüküm tesisi isabetsizdir. Kabule göre de, davalı Kürşat hakkında açılan tapu iptali ve tescil davası reddedildiğine ve bedelin davalı Süleyman’dan tahsiline karar verildiği halde, hükmedilen yargılama giderleri ve vekâlet ücretinden davalı Kürşat’ın da diğer davalı ile birlikte sorumlu tutulması doğru olmadığı gibi, hakkında açılan dava reddedilen ve kendisini avukatla temsil ettiren davalı Kürşat lehine avukatlık asgari ücret tarifesi hükümlerine göre vekâlet ücreti takdir edilmemiş olması da isabetsizdir.Davalıların açıklanan yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanununun geçici 3. maddesi aracılığıyla) 1086 sayılı HUMK.nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 28.12.2013 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 1.100.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 21.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.