Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 7108 - Karar Yıl 2013 / Esas No : 17011 - Esas Yıl 2012





MAHKEMESİ : HARRAN ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 12/09/2012NUMARASI : 2007/63-2012/191Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil ile haciz şerhinin kaldırılması davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacılar vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Dava, tapu iptali ve tescil ile haciz şerhinin kaldırılması isteğine ilişkin olup, mahkemece, muvazaa iddiasının yazılı delille ispat edilemediği gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.Davacılardan C.yargılama aşamasında verdiği 27.6.2007 tarihli feragat dilekçesiyle davadan feragat etmiştir.Dosya içeriğinden ve toplanan delillerden,davacılar vekilinin, davacılara murisleri Nezihe'den kalan 104 ada 1 parsel sayılı taşınmaza ilişkin olarak davalı H.in doğrudan gelir desteği başvurusu ve intikal işlemi yapacağını beyanla davacıların okuma yazma bilmememelerinden de yararlanarak hile ile vekaletname alıp bu vekaletnameye dayanarak hisseleri oranında davacılar adına intikal yapmak yerine imam nikahlı eşi olan davalı F. adına satış yaptığını ve onun adına sicil kaydının oluştuğunu, yapılan bu satış işleminin muvazaalı olduğunu; davalı F.'nın daha sonra diğer davalılardan E.T.. Nak. ve İnş. San. ve Tic. Ltd.Şirketi'ne her halinden muvazaalı olduğu çok açık olan senetle borçlanmak suretiyle yapılan icra takibine de itiraz etmeyerek taşınmazın tapu kaydı üzerine haciz koydurmak suretiyle davacıları mirastan mahrum etmek kastı ve düşüncesi ile kötü niyetle hareket ettiğini, davalı F.'nın ev kadını olduğunu, diğer davalı Şirkete 217.000,00 TL gibi çok fahiş bir rakam ile borçlanmasının imkansız olduğunu, bu hususun şirketin mal varlığı ve ticari defterlerinin, fatura ve sevk irsaleyelerinin inclenmesinde ortaya çıkacağını, bu nedenle davalı şirketin F.aleyhine H. İcra Müdürlüğünün 2006/16 esas sayılı dosyası ile yapmış olduğu hacizde işlemlerin muvazaalı olduğunu, aynı gün borçlandırılıp, aynı gün icra takibinin yapıldığını, aynı gün tebligatın çıkartıldığını ve aynı gün ödeme emrinin tebellüğ edildiğini, davalılardan F.'nın işlemlere hiç itirazda bulunmadığını, tüm işlemlerin aynı günde yapılmış olmasının, muvazaalı olduğunu gösterdiğini ileri sürerek, eldeki davayı açtığı görülmektedir. Hemen belirtilmelidir ki, 6100 sayılı HMK 33. (1086 sayılı HUMK 76.) maddesi hükmü uyarınca olayları bildirmek taraflara hukuki nitelendirmeyi yapmak ve ona uygun yasal düzenlemeyi tayin ve tespit ederek uygulamak mahkemeye aittir. Dava dilekçesi içeriğinden ve iddianın ileri sürülüş biçiminden, davada, öncelikle vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayanıldığı, ayrıca, çekişmeli taşınmazın tapu kaydına, muvazaalı olarak düzenlenen borç senedine dayalı olarak yapılan icra takibi nedeniyle haciz şerhi konulduğu iddiasında bulunulduğu açıktır.Ne var ki, mahkemece, davanın, Borçlar Kanunu'nun 18. ( 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 19.) maddesinden kaynaklanan muvazaa hukuksal nedenine dayalı olduğu değerlendirilerek sonuca gidilmiştir.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 ( 6098 sayılı Türk Borçlar Yasasının 506/2) maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Hal böyle olunca, öncelikle, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı istek bakımında yukarıda açıklanan ilke ve olgular uyarınca araştırma ve inceleme yapılması, taraf delillerinin toplanarak hasıl olacak sonuca göre, vekalet görevinin kötüye kullanıldığı sonucuna varılır ise, davacıların diğer istekleri bakımından, davalılar H. ve F. ile davalı Şirket arasındaki borç senedinin muvazaalı olup olmadığı yönünde gerekli araştırma ve incelemenin yapılması sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, Mahkemece, hatalı hukuki nitelendirme yapılarak ve noksan soruşturmayla yetinilerek, davanın Borçlar Kanunu'nun 18. ( 6098 sayılı Türk Borçlar Kanununun 19.) maddesinden kaynaklanan muvazaa hukuksal nedenine dayalı olduğu, davacıların söz konusu işlemlerde taraf olmaları nedeniyle davanın "taraf muvazaası" niteliğini taşıdığı, davacıların iddialarının 05/02/1947 tarih ve 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararında öngörüldüğü anlamda bir yazılı belge ile kanıtlayamadıkları gerekçesiyle yazılı biçimde hüküm tesisi isabetsizdir. Davacılar vekilinin bu yönlere ilişkin olarak temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 08.05.2013 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.