Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 7029 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 4735 - Esas Yıl 2010





MAHKEMESİ : BOZOVA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ,TARİHİ : 26/10/2009NUMARASI : 2007/121-2009/344Taraflar arasında görülen davada;Davacı, miras bırakanı B. A.'dan irsen intikal eden taşınmazlardaki tapu intikal, tescil ve nüfus işlemlerini yapması için davalı kardeşi A.'e vekalet verdiğini, Kardeşinin kendi adına olan hissesini tamamen rızası hilafına ve okuma yazma bilmemesinden yararlanmak suretiyle koydurduğu satış yetkisine istinaden yine vekaletnamede tanık olarak bulunan diğer davalı H.'e vekalet görevini kötüye kullanarak devrettiğini, davalıların aralarında danışıklı olarak işlem yaptıklarını ileri sürüp, 5 parça taşınmazdaki hissesinin iptali ile adına tescilini olmazsa, 13.900.-YTL'nin müştereken ve müteselsilen davalılardan tazminine karar verilmesini istemiştir.Davalı H. tanık olduğu vekaletnamedeki satış yetkisini bilerek, tapu kütüğündeki kayda güvenerek ve iyiniyetli olarak taşınmazları satın aldığını, davalı A.davacı kardeşinin kendisine verdiği vekaletname uyarınca taşınmazları diğer davalıya sattığını bildirip, davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, davalı H.'in vekaletnamenin kötüye kullanıldığını bildiği ve bilmesi gerektiği hususunun ispatlanamadığı gerekçesiyle davalı H.hakkındaki tapu iptal-tescil davasının reddine, davalı A.. hakkındaki tazminat davasının kabulüne karar verilmiştir.Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ... raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, tapu iptali ve tescil olmadığı takdirde, tazminat isteklerine ilişkindir.Mahkemece, tapu iptal-tescil isteğinin reddine, tazminat isteğinin kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 123, 405, 487 ve 488 ve 489 parsel sayılı taşınmazlardaki davacıya ait payların 27.12.2005 tarihli vekaletname ile vekil kıldığı kardeşi olan davalı A. tarafından diğer davalı H.'e 28.7.2006 tarihinde temlik edildiği anlaşılmaktadır.Davacı, davalılardan A.'in kardeşi olduğunu, babaları B.'in ölümü sebebiyle tapuda intikal işlemlerini yaptırmak konusunda A.'i vekil tayin ettiğini, ancak A.'in vekalet görevini kötüye kullanarak taşınmazlardaki payını davalı H.'e temlik ettiğini ileri sürerek, eldeki davayı açmıştır.Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa, bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; mahkemece dinlenilen tanıkların davacının iddiası doğrultusunda bildirimde bulundukları, ilk el durumunda bulunan H.'in A.'e verilen vekaletnamede tanık olarak yer aldığı, A.'in oğlu ile H.arasında arkadaşlık ilişkisi bulunduğu, taşınmazın gerçek değeri ile akitte gösterilen değerler arasında aşırı fiyat farkı bulunduğu, gereksinim bulunmadığı halde aynı anda 5 parça taşınmazdaki davacı paylarının satışının hayatın olağan akışına aykırı düştüğü, vekil A.ile H. arasında taşınmazın satış değeri üzerinde değişik rakamlar telafuz ederek çelişkiye düştükleri gözetildiğinde ve keyfiyet yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirildiğinde, yapılan temliklerin vekalet görevinin kötüye kullanılması suretiyle gerçekleştirildiği kabul edilmelidir.Hal böyle olunca, davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirmelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir.Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 16.6.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.