MAHKEMESİ: ESKİŞEHİR 3. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ,TARİHİ: 22/12/2009NUMARASI: 2008/215-2009/407Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada;Davacı, kayden maliki olduğu ve üzerinde iki katlı evi bulunan 5608 ada 13 parsel sayılı taşınmazın imar uygulaması ile 12 ve 13 parsel olarak iki parsele ayrıldığını, 2003 yılında boş arsa niteliğinde olan 13 no'lu parseli davalı H.'e sattığını, ancak satış esnasında parsellerin hata ile karıştırılması sonucunda üzerinde bina bulunan 12 nolu parselin satışının yapıldığını, 2007 yılında Halil'in bildirmesi üzerine öğrendiğini, davalı H.in bu karışıklığı gidermeye yanaşmadığını ve taşınmazı diğer davalı H.'ye muvazaalı olarak sattığını ileri sürüp satış işlemlerinin iptali ile adına tescilini olmazsa taşınmazın değeri olan 40.000.-YTL'nin müştereken ve müteselsilen davalılardan tahsilini istemiştir.Davalı H., hata bulunmadığını taşınmazın tapu bilgilerine göre alınıp satıldığını, davalı Hatice, tapu kaydına güvenerek iyiniyetle taşınmazı diğer davalıdan 40.000.-YTL bedelle satın aldığını bildirip, davanın reddini savunmuşlar, davalı H. birleşen davasında, davalıların elatmasının önlenmesini istemiştir.Mahkemece, hak düşürücü sürenin geçtiği, hata ve muvazaa iddialarının ispatlanamadığı gerekçesiyle asıl davanın reddine, birleşen davanın kabulüne karar verilmiştir.Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi .. raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, hata hukuksal nedenine dayalı tapu iptali tescil, birleşen dava, çaplı taşınmaza elatmanın önlenmesi isteklerine ilişkindir.Mahkemece, asıl davanın reddine, birleşen davanın kabulüne karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı adına kayıtlı bulunan 5608 ada 13 parsel sayılı taşınmazın 27.1.1998 tarihinde imar uygulaması sonucu 10594 ada 12 ve 13 parsel sayılı arsa vasıflı taşınmazların yine davacı adına kayıtlandığı, davacının imarla oluşan 10594 ada 12 parsel sayılı taşınmazı 14.11.2003 tarihinde davalı H.e satış yoluyla temlik ettiği, H.'in de eldeki dava açılmadan kısa bir süre önce 14.4.2008 tarihinde 12 no'lu parseli diğer davalı H.'ye satarak devrettiği anlaşılmaktadır.Davacı maliki olduğu boş alan 13 no'lu imar parselini satmak isterken hataya düşürüldüğünü, üzerinde bina bulunan 12 no'lu taşınmazı sattığını ileri sürerek, eldeki davayı açmıştır.Bilindiği üzere; sözleşmenin konusu, niteliği ve ödenecek miktar gibi hususlarda dikkatsizliği veya bilgisizliği sonucu gerçek iradesine uymayan beyanda bulunmak suretiyle esaslı hataya düşen tarafın sözleşme ile bağlı sayılamıyacağı kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekirki, Borçlar Kanununda esaslı hatanın tanımı yapılmamış, 24. maddede sınırlayıcı olmamak üzere örnekler gösterilmiştir. Kısaca iç irade ile açıklanan irade arasındaki bilmiyerek yapılan uyumsuzluk olarak tanımlanan hatanın esaslı kabul edilebilmesi için, uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa benimsendiği gibi,girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, daha açık söyleyişle hem yanılgıya düşen taraf, yönünden (Subjektif unsur), hemde iş hayatındaki dürüstlük kuralları (objektif unsur) açısından, hataya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının isbatlanması zorunludur.Bu koşulların varlığı halinde hataya düşen taraf,isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri istiyebilir. Yeterki hatanın ileri sürülmesi B.K.nun 25.ve M.K.nun 2. maddesinde hükme bağlanan dürüstlük kuralına aykırı olmasın. Hemen belirtmek gerekirki, sözleşme yapılırken hataya düşen tarafın kusurlu bulunması sözleşmenin iptaline engel değildir. Nevarki, B.K.nun 26. maddesinde öngörüldüğü gibi hatayı bilmiyen veya bilecek durumda bulunmayan ve kusursuz olan karşı tarafın menfi, gerektiğinde müsbet zararının ödenmesi gerekir. Öte yandan, iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Hatanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde, sözleşmenin karşı tarafına yöneltilecek tek taraflı bir irade açıklaması ile bildirilebileceği gibi def'i veya dava yoluyla da kullanılabilir. Ayrıca hatanın varlığı her türlü delille isbat edilebilir. Somut olaya gelince, davacı hata iddiasını tanık göstermek suretiyle ispat etmek istediğini belirtmiş ve tanıklarınıda göstermiştir. TMK'nun 6.maddesi hükmü uyarınca herkes iddiasını ispatla mükelleftir. Buna göre ispat külfeti davacıdadır. Mahkemenin yemin delilinin varlığını hatırlatması üzerine davacının yemin deliline başvurduğu ve mahkemece de buna göre neticeye gidildiği görülmektedir.Hemen belirtmek gerekir ki, davacı tanık deliline dayandığına göre öncelikle mahkemece tanıkların dinlenmesi gerekirken bu husus gözardı edilmek suretiyle ilk el durumunda bulunan Halil'e yapılan temlikin hata ile illetli olmadığı kabul edilerek H. ile H. arasındaki ilişkinin de yazılı delille kanıtlanması gerektiği gerekçesi ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir. Hal böyle olunca, Yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde özellikle ve öncelikle davacının göstermiş olduğu tanıkların dinlenilmesi, gerçekten de Halil'e yapılan temlikin hatalı olduğu kanaatine varılır ise H.ile H.arasındaki ilişkinin davacının 3.kişi olması sebebiyle her türlü delil ile kanıtlanması gerekeceğinin düşünülmesi ve anılan bu ilişki içerisinde 5.2.1947 tarih, 20/6 sayılı İnançları Birleştirme Kararının uygulama yerinin bulunmadığının gözetilmesi gerekirken eksik tahkikatla yetinilmek suretiyle yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsiz olduğu gibi kabul tarzı itibariyle işin esası yönünden karar kuran hakimin aynı zamanda usul hükümlerini karara gerekçe yapmasının da doğru olmadığı ayrıca davalı H.'e yemin ihtaratı yapılmış olmakla beraber beyanı alındıktan sonra yemini verilmemiş olması da doğru değildir.Davacının, temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 16.6.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.