Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 6891 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 5638 - Esas Yıl 2010





MAHKEMESİ : TOKAT 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 11/03/2010NUMARASI : 2008/302-2010/52Taraflar arasında görülen davada;Davacılar, miras bırakan H. K.'nın 1991 ada 13 parsel sayılı taşınmazdaki 375/2400 payını torunu F.'ya bağışladığını, aynı taşınmazdaki 375/2400 payını da diğer davalı İbrahim'e satış yoluyla temlik ettiğini, yapılan tüm devirlerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu, saklı paylarını bertaraf etme kastı ile yapıldığını ileri sürerek, payları oranında iptal ve tescil olmazsa tenkis isteminde bulunmuşlardır. Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, muvazaa iddiasının resmi delil ile kanıtlanamadığı, bağış işleminin ise ölümden önceki 1 yıldan fazla bir süre içesinde yapıldığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ... raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp düşünüldü.Dava, muris muvazaası hukuksal nedeni dayalı tapu iptal ve tescil ile tenkis isteklerine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 1991 ada 13 parsel sayılı taşınmazdaki 375/2400 payın, miras bırakan tarafından 17.11.2006 tarihli akitle davalı F. K.'ya bağış yoluyla; aynı taşınmazdaki 375/2400 payın ise davalı İ. U.'a 31.10.2007 tarihli akitle satış yoluyla temlik edildiği anlaşılmaktadır.Davacılar, miras bırakan tarafından davalılara yapılan temliklerin mirasçılardan mal kaçırma amaçlı, muvazaalı ve saklı payı zedeleme amaçlı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsufi-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu Muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 1-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Hemen belirtmek gerekir ki bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli. ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arsındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır. Somut olaya gelince, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı olarak açılan davalarda, mirasçı, miras bırakanın halefi olarak değil, kendi hakkına dayanarak dava açtığından 01.04.1974 tarih 1/2 sayılı Yargıtay İnançları Birleştirme Büyük Genel Kurulu Kararına göre iddiasını her türlü delil ile kanıtlayabilir Mahkemece muvazaa iddiasının resmi delil ile kanıtlanmadığından yapılan satış sözleşmesinin geçerli olduğu, iddianın kanıtlanammadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiş olması doğru değildir.Diğer taraftan; tenkis (indirim) davası, miras bırakanın saklı payları zedeleyen ölüme bağlı veya sağlar arası kazandırmaların (tebberru) yasal sınıra çekilmesini amaçlayan, öncesine etkili, yenilik doğurucu (inşai) davalardandır. Tenkis davasının dinlenebilmesi için öncelikli koşul;miras bırakanın ölüme bağlı veya sağlar arası bir kazandırma işlemi ile saklı pay sahiplerinin haklarını zedelemiş olmasıdır. Saklı payların zedelendiğinden söz edilmesi ise, kazandırma konusu tereke ile kazandırma (temlik ) dışı terekenin tümünün bilinmesiyle mümkündür.Tereke miras bırakanın ölüm tarihinde bırakmış olduğu mameleki kıymetler ile, iadeye ve tenkise tabi olarak yaptığı kazandırmalardır. Bunlar terekenin aktifini oluşturur. Miras bırakanın borçları, bakmakla yükümlü olduğu kişilerin bir aylık nafakası, terekenin defterinin tutulması, mühürlenmesi, cenaze masrafları gibi giderler de pasifidir. Aktiften belirtilen borçların indirilmesi net terekeyi oluşturur. Tereke bu şekilde tesbit edildikten sonra mirasın açıldığı tarihteki fiyatlara göre değerlendirilmesi yapılarak parasal olarak miktarının tesbiti gerekir. (MK.565) Miras bırakanın Medeni Kanunun 564. maddesinde belirlenen saklı paya tecavüz edip etmediği bulunan bu rakam üzerinden hesaplanır. Tasarruf oranı aşılmış ise tasarrufun niteliğine göre icap ederse kazandırma işleminde, saklı payları zedeleme kastının bulunup bulunmadığı objektif (nesnel) ve subjektif (öznel) unsurlar dikkate alınarak belilenmelidir. Zira tasarruf oranını aşan her kazandırmada saklı payları zedelenen kastının varlığından söz edilemez. Mutlak olarak tenkise tabi tasarruflarda (ölüme bağlı tasarruflar veya Medeni Kanunun 565. maddesinin 1,2 ve 3 bentlerinde gösterilenler) veya saklı payın ihlal kastının varlığı kesin olarak anlaşılan diğerlerinde özellikle muayyen mal hakkında tenkis uygulanırken Medeni Kanunun 570. maddesindeki sıralamaya dikkat etmek davalı mahfuz hisseli mirascılardan ise aynı kanunun 561. maddesinde yer alan mahfuz hisseden fazla olarak alınanla sorumluluk ilkesini gözetmek, dava konusu olup olmadığına bakılmayarak önce ölüme bağlı tasarruflarla davacının saklı payını tamamlamak, sonra sağlar arası tasarrufları dikkate almak gerekir. Bu işlem sırasında dava edilmeyen kişi veya tasarrufların tenkisi gerekeceği sonucu çıkarsa davacının onlardaki hakkını dava etmemesinin davalıyı etkilemeyeceği ve birden çok kişiye yapılan teberru tenkise tabi olursa 563. maddede yer alan, alınanla mütenasip sorumluluk kuralı gözetilmelidir. Davalıya yapılan tasarrufun tenkisine sıra geldiği takdirde tasarrufun tümünün değeri ile davalıya yapılan fazla teberru arasında kurulan oranda (SABİT TENKİS ORANI) tasarrufa konu malın paylaşılmasının mümkün olup olamayacağı (MK.564) araştırılmalıdır. Bu araştırma sonunda tasarrufa konu mal sabit tenkis oranında bölünebilirse bu kısımların bağımsız bölüm halinde taraflar adına tesciline karar verilmelidir. Tasarrufa konu malın sabit tenkis oranında bölünmezliği ortaya çıktığı takdirde sözü geçen 564. maddedeki tercih hakkı gündeme gelecektir. Böyle bir durum ortaya çıkmadan davalının tercih hakkı doğmadan davalının tercihinin kullanması söz konusu olamaz. Daha önce bir tercihten söz edilmişse sonuç doğurmaz. O zaman davalıdan tercihi sorulmalı ve 11.11.1994 günlü 4/4 sayılı içtihadı birleştirme kararı uyarınca sür'atle dava konusu olup sabit tenkis oranına göre bölünemeyen malın, tercih hakkının kullanıldığı gündeki fiatlara göre değeri belirlenmeli ve bu değerin sabit tenkis oranıyla çarpımından bulunacak NAKTİN ödetilmesine karar verilmelidir. Somut olaya gelince, davalı Funda'ya yapılan temlikin bağış niteliğinde olduğu ve koşullarının oluşması halinde TMK'nun 560 ila 571 maddesinde öngörülen tenkis davasına konu olacağı açıktır. Diğer taraftan murisin ölümünden önceki 1 yıl içerisinde yapmış olduğu temlikler doğrudan tenkise tabi olmakla beraber, daha önceki yapılan temliklerde ise aşikar olarak murisin saklı payı zedeleme kastının araştırılması gerekmektedir. Oysa mahkemece bu yönde bir araştırma ve değerlendirme yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.Hal böyle olunca; yukarıda belirlenen ilkeler çerçevesinde araştırma ve inceleme yapılması, taraf delillerinin eksiksiz toplanması, hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması isabetsizdir.Davacıların temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 14.6.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.