Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 6777 - Karar Yıl 2012 / Esas No : 3111 - Esas Yıl 2012





MAHKEMESİ : BALIKESİR 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 20/10/2011NUMARASI : 2010/416-2011/367Yanlar arasında görülen tapu iptali, tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, kabulüne ilişkin olarak verilen karar davalı vekili tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Dava, tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın kabulüne karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişme konusu 396 parsel ile 1307 parsel sayılı taşınmazların tarafların miras bırakanı H. D. adına kayıtlı iken 10.03.2000 tarihinde ölünceye kadar bakım akti ile davalı oğluna temlik ettiği, davacının, kök miras bırakan babaannesi Havva'nın sağlığında malvarlığını mirasçıları arasında paylaştırdığını, çekişme konusu taşınmazları haricen ifraz ederek bir kısım yerleri miras bırakan babası M. A.'ye verdiği, ancak sonradan taşınmazları ölünceye kadar bakım akti ile davalıya devrettiği sırada cahilliği sebebi ile babasına bırakılan yerleri de kapsayacak şekilde devir yaptığını ileri sürerek, eldeki davayı açtığı, miras bırakanın 25.05.2002 tarihinde öldüğü anlaşılmaktadır. Hemen belirtmek gerekir ki; hakim davacının bildirdiği maddi olay ve netice-i taleple bağlı ise de, cereyan eden maddi olayda hangi hukuki sebebin nazara alınacağı, diğer bir deyişle hukuksal nitelemeyi yapmak ve olaya uygulanacak yasa maddesini bularak uygulamak hakimin yetkisi gereğidir. O kadar ki, hukuki neden yanlış ya da hiç gösterilmemiş olsa bile mahkemece, uygun hukuki neden bulunarak ona göre bir karar verilmesi gerektiği tartışmasızdır.Somut olayda; mahkemece, davada dayanılan maddi olaylara göre hukuki nitelendirme hata olarak değerlendirilmiştir. Bilindiği üzere; sözleşmenin konusu, niteliği ve ödenecek miktar gibi hususlarda dikkatsizliği veya bilgisizliği sonucu gerçek iradesine uymayan beyanda bulunmak suretiyle esaslı hataya düşen tarafın sözleşme ile bağlı sayılamayacağı kuşkusuzdur. Hemen belirtmek gerekir ki, Borçlar Kanununda esaslı hatanın tanımı yapılmamış, 24. maddede sınırlayıcı olmamak üzere örnekler gösterilmiştir. Kısaca iç irade ile açıklanan irade arasındaki bilmeyerek yapılan uyumsuzluk olarak tanımlanan hatanın esaslı kabul edilebilmesi için, uygulamada ve bilimsel alanda ortaklaşa benimsendiği gibi, girişilen taahhüdün başlıca sebebini teşkil etmesi, daha açık söyleyişle hem yanılgıya düşen taraf, yönünden (Subjektif unsur), hem de iş hayatındaki dürüstlük kuralları (objektif unsur) açısından, hataya düşülmese idi böyle bir sözleşmenin hiç veya açıklanan biçimde yapılmayacağının ispatlanması zorunludur. Bu koşulların varlığı halinde hataya düşen taraf, isterse iptal hakkını kullanmak suretiyle hukuki ilişkiyi geçmişe etkili (makable şamil) olarak ortadan kaldırılabilir ve verdiği şeyi geri isteyebilir. Yeter ki hatanın ileri sürülmesi Borçlar Kanunu'nun 25. ve Medeni Kanunu'nun 2. maddesinde hükme bağlanan dürüstlük kuralına aykırı olmasın. Hemen belirtmek gerekir ki, sözleşme yapılırken hataya düşen tarafın kusurlu bulunması sözleşmenin iptaline engel değildir. Ne var ki, Borçlar Kanunu'nun 26. maddesinde öngörüldüğü gibi hatayı bilmeyen veya bilecek durumda bulunmayan ve kusursuz olan karşı tarafın menfi, gerektiğinde müspet zararının ödenmesi gerekir. Öte yandan, iptal hakkının kullanılması hiçbir şekle bağlı değildir. Hatanın öğrenildiği tarihten itibaren bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde, sözleşmenin karşı tarafına yöneltilecek tek taraflı bir irade açıklaması ile bildirilebileceği gibi def'i veya dava yoluyla da kullanılabilir. Ayrıca hatanın varlığı her türlü delille ispat edilebilir. Borçlar Kanunu'nun 31. maddesi hükmü uyarınca; iradeyi fesada uğradan sebeplerden dolayı açılacak davaların, ıttıla tarihinden itibaren 1 yıl için açılması zorunludur. Anılan yasal düzenlemede öngörülen bu süre zamanaşımı süresi olmayıp, hak düşürücü süre niteliğinde olup, hakim tarafından davanın hitamına kadar re’sen gözetilmesi gerekeceği kuşkusuzdur.Ne var ki, mahkemece hak düşürücü süre içerisinde davanın açılıp açılmadığı hususu üzerinde durulmamış, gerekli irdeleme ve değerlendirme yapılmamıştır.Hal böyle olunca, hak düşürücü süre yönünden taraf delillerinin eksiksiz toplanması, toplanacak delillerin, toplanan delillerle birlikte değerlendirilmesi, davanın hak düşürücü süre içerisinde açıldığının saptanması halinde miras bırakanın sağlığında mirasçıları arasında taksim yapmasına rağmen çekişme konusu taşınmazları ölünceye kadar bakım akti ile davalı oğluna devrederek taksim iradesinden vazgeçmiş sayılıp sayılmayacağı hususu üzerinde durularak varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken belirtilen hususlar gözardı edilerek yazılı olduğu üzere karar verilmiş olması doğru değildir. Davalı vekilinin temyiz itirazları belirtilen sebeplerle yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerle, (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 07.06.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.