MAHKEMESİ :ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTaraflar arasında birleştirilerek görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın kabulüne ilişkin olarak verilen karar davacı vekili, davalı ... vekili ile davalılar ..., ... ile ... mirasçıları vekili tarafından yasal süre içerisinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 31.05.2016 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden davalılar ... vd. vekili Avukat ..., davalı ... vekili Avukat .... ile diğer temyiz eden davacı ... vekili Avukat ... vekili Avukat geldiler, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen davalı ..., davalı ..., davalı ... İnş. ...., davalı ... vekili Avukat gelmediler, yokluklarında duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekillerin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi ... tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldu -KARAR-Asıl ve birleşen davalar, vekâlet görevinin kötüye kullanılması ve muvazaa hukuksal nedenlerine dayalı tapu iptali ve tescil, mümkün olmadığı takdirde bedel isteklerine ilişkindir.Davacı asıl ve birleşen davaları ile, davalı ... ile evli olup, ...restoran işlettiklerini, davalı eşinin banka ve kurumlara olan borçları sebebi ile muvazaalı olarak boşandıklarını ve davalının ...ye gittiğini, sonra da senin adına şirket kurup işleri büyütelim telkini üzerine kendisine 27.09.2004 tarihli genel vekâletname verdiğini, ancak davalının vekâlet görevini kötü kullanarak, kayden maliki olduğu 4171, 4741, 7591 parsel sayılı taşınmazları ile 7592 parsel sayılı taşınmazdaki payını, büyük ortağı olduğu davalı şirkete muvazaalı olarak devrini sağladığını, daha sonra şirketin kat mülkiyeti kurulan 4171 parsel sayılı taşınmazdaki bağımsız bölümleri, Jean Pierre'nin kardeşi olan ve durumu bilen davalı ...'a devrettiğini,.... nolu meskeni 15.08.2006 tarihinde davalı ...'e, 2 nolu meskeni 17.10.2006 tarihinde davalı ...'ya, 3 nolu meskeni ise 15.03.2006 tarihinde davalı ...'e satış göstermek suretiyle muvazaalı olarak aktardığını, anılan davalıların da, eşinin yakın akrabaları olduğunu ileri sürerek, tapu iptal ve tescile, mümkün olmaz ise bedellerinin tahsiline karar verilmesini istemiş, yargılama sırasında 4741, 7591 ve 7592 parseller bakımından davasını tazminat olarak sürdürdüğünü bildirmiştir. Davalı ... ile davalı şirket vekili, davacı ile davalı ...'nin boşanmaya karar verdiklerini ve ... restoranın işletmesinin davacıya bırakıldığını, karşılığında dava konusu taşınmazların da ... kaldığını, bu nedenle karşılıklı vekâletnameler verdiklerini, daha sonra mahkemeye başvurup boşandıklarını, kendi aralarında anlaştıkları için anılan hususların boşanma protokolüne yazılmadığını, iddiaların doğru olmadığını, davalı ..., iddiaların doğru olmadığını, emekli öğretmen olup, birikimleri ile tapu kaydına güvenerek taşınmazı satın aldığını, tapuda değerin herkesçe düşük gösterildiğini, davalı ..., iyiniyetli alıcı olduğunu, tapuda değerlerin düşük gösterildiğinin herkesçe bilindiğini, davalı ... mirasçıları, muris ... dava açılmadan önce öldüğünü, ölü kişi aleyhine dava açılamayacağını, mirasçıların davaya dahil edilerek yargılamaya devam edilemeyeceğini, murisin tapu kaydına güvenerek taşınmazı aldığını, satıştan önce hesabından yüklüce paralar çekildiğinin banka kayıtları ile sabit olduğunu, diğer davalıları tanımadıklarını belirerek davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, vekâlet görevinin kötüye kullanıldığı, dava konusu taşınmazların birleştirilen davanın davalılarına muvazaalı olarak aktarıldığı gerekçesi ile 4171 parsel sayılı taşınmazdaki 1, 2 ve 3 nolu bağımsız bölümler yönünden tapu iptali ve tescil isteğinin kabulüne, diğer dava konusu taşınmazlar yönünden ise bedel isteğinin kabulüne karar verilmiştir. Davacı ile davalı ...'nin karı koca olup, 18.03.2005 tarihinde boşandıkları, davacının, davalı ...'ye vekil tayin ettiği Jean'ın da dava dışı....16.09.2005 tarihinde vekil tayin ettiği, vekil İ.... davacının maliki olduğu 4741, 4171, 7591 parsel sayılı taşınmazlar ile 7592 parsel sayılı taşınmazdaki 18/296 payını 19.09.2005 tarihinde Jean Pierre'nin yetkilisi ve ortağı olduğu davalı şirkete satış göstermek suretiyle aktardığı, şirketin de 4741 parsel sayılı taşınmazı 01.12.2005 tarihinde ... kardeşi olan davalı ...'e temlik ettiği, bu taşınmazda 03.02.2006 tarihinde kat irtifakı kurulduğu ve oluşan 1 nolu bölümün 15.08.2006 tarihinde davalı ...'a, 2 nolu bölümün 17.10.2006 tarihinde davalı ...'a, 3 nolu bölümün ise 15.03.2006 tarihinde davalı ...'e satış suretiyle temlik edildiği, ... adına işlemi vekili olan davalı ...'nin gerçekleştirdiği kayden sabittir. Bilindiği üzere, dava ehliyeti davada taraf olma yeteneğidir. 6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu'nun (HMK) 50. maddesiyle taraf ehliyetini, ''Medeni haklardan yararlanma ehliyetine sahip olan, davada taraf ehliyetine de sahiptir'' şeklinde açıklamış, ancak taraf ehliyetini tanımlamamış ve Türk Medeni Kanununa (TMK) yollamada bulunmakla yetinmiştir. TMK ise, davada taraf olma ehliyetini, medeni haklardan yararlanma ehliyetinin bir parçası saymış 8., 28., 47. ve 48. maddeleriyle bu yönde hükümler getirerek, medeni haklardan yararlanma ehliyeti bulunan her gerçek ve tüzel kişinin davada taraf olma yeteneğini taşıdığını, her gerçek kişinin sağ doğmak koşuluyla ana rahmine düştüğü andan itibaren taraf ehliyetini kazanacağını ve yaşadığı sürece taraf ehliyetinin devam edeceğini belirtmiştir. Öte yandan, gerçek kişinin ölümüyle medeni haklardan yararlanma ehliyeti ve buna bağlı olarak da taraf ehliyetinin sona ereceği TMK'nın 28. maddesinin buyurucu nitelikteki hükmüyle açıklanmıştır. Dava tarihinden önce ölüm nedeniyle şahsiyeti son bulan kişinin taraf ehliyetini yitireceği kuşkusuzdur. Bu itibarla, gerek TMK gerekse HMK dava açıldığı zaman hayatta bulunan kişiler yönünden düzenleyici hükümler koymuş; ölen veya mevhum kişiler hakkında açılacak davalar yasalarımızda yer almamıştır. Nitekim 4.5.1978 tarihli 1978/4-5 sayılı İçtihatları Birleştirme Kararında da dava tarihinden önce ölen kişinin taraf ehliyetini yitireceği, aleyhine dava açılamayacağı, dava tarihinde şahsiyeti sona ermiş olan kimsenin mirasçılarına ardıllık (halefiyet) kuralı uygulanamayacağından tebligat yapılmak veya dava ıslah edilmek suretiyle davaya devam edilemeyeceği vurgulanmış, içtihatlar bu doğrultuda kararlılık kazanmıştır. Borçlar Kanununun temsil ve vekâlet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekâlet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. 6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. maddesinde (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir. Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir (TBK'nin 504/1maddesi) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi TMK'nun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Yine bilindiği üzere; Hukukumuzda, diğer çağdaş hukuk sistemlerinde olduğu gibi kişilerin huzur ve güven içerisinde alış verişte bulunmaları satın aldıkları şeylerin ilerde kendilerinden alınabileceği endişelerini taşımamaları, dolayısıyla toplum düzenini sağlamak düşüncesiyle, alan kişinin iyi niyetinin korunması ilkesi kabul edilmiştir. TMK'nin 2.maddesinin genel hükmü yanında menkul mallarda 988 ve 989., tapulu taşınmazların el değiştirmesinde ise 1023. maddesinin özel hükümleri getirilmiştir. Öte yandan, bir devleti oluşturan unsurlardan biri insan unsuru ise bunun kadar önemli olan ötekisi topraktır. İşte bu nedenle Devlet, nüfus sicilleri gibi tapu sicillerinin de tutulmasını üstlenmiş, bunların aleniliğini (herkese açık olmasını) sağlamış, iyi ve doğru tutulmamasından doğan sorumluluğu kabul etmiş, değinilen tüm bu sebeplerin doğal sonucu olarak da tapuya itimat edip, taşınmaz mal edinen kişinin iyi niyetini korumak zorunluluğunu duymuştur. Belirtilen ilke TMK'nin 1023. maddesinde aynen "tapu kütüğündeki sicile iyi niyetle dayanarak mülkiyet veya başka bir ayni hak kazanan 3 ncü kişinin bu kazanımı korunur" şeklinde yer almış, aynı ilke tamamlayıcı madde niteliğindeki 1024.maddenin 1. fıkrasına göre "Bir ayni hak yolsuz olarak tescil edilmiş ise bunu bilen veya bilmesi gereken 3 ncü kişi bu tescile dayanamaz" biçiminde öngörülmüştür.Ne var ki; tapulu taşınmazların intikallerinde, huzur ve güveni koruma, toplum düzenini sağlama uğruna, tapu kaydında ismi geçmeyen ama asıl malik olanın hakkı feda edildiğinden iktisapta bulunan kişinin, iyi niyetli olup olmadığının tam olarak tespiti büyük önem taşımaktadır. Gerçekten bir yanda tapu sicilinin doğruluğuna inanarak iktisapta bulunduğunu ileri süren kimse diğer yanda ise kendisi için maddi, hatta bazı hallerde manevi büyük değer taşıyan ayni hakkını yitirme tehlikesi ile karşı karşıya kalan önceki malik bulunmaktadır. Bu nedenle, yüzeysel ve şekilci bir araştırma ve yaklaşımın büyük mağduriyetlere yol açacağı, kişilerin Devlete ve adalete olan güven ve saygısını sarsacağı ve yasa koyucunun amacının ilk bakışta, şeklen iyi niyetli gözükeni değil, gerçekten iyiniyetli olan kişiyi korumak olduğu hususlarının daima göz önünde tutulması, bu yönde tüm delillerin toplanıp derinliğine irdelenmesi ve değerlendirilmesi gerekmektedir. Nitekim bu görüşten hareketle, "kötü niyet iddiasının def'i değil itiraz olduğu, iddia ve müdafaanın genişletilmesi yasağına tabii olmaksızın her zaman ileri sürülebileceği ve mahkemece kendiliğinden (resen) nazara alınacağı” ilkeleri 8.11.1991 tarih l990/4 esas l99l/3 sayılı İçtdihadı Birleştirme Kararında kabul edilmiş, bilimsel görüşlerde aynı doğrultuda gelişmiştir. Somut olaya gelince, Mahkemece, davacıya ait çekişmeye konu taşınmazların vekâlet görevinin kötüye kullanılması suretiyle davalı şirkete ondan da davalı ...'a devredildiği belirlenerek asıl davada bedele hükmedilmiş olmasında kural olarak bir isabetsizlik bulunmadığı gibi, davacının, dava dilekçelerinde, terditli bedel isteği bakımından faiz talebinde bulunmamış olması sebebi ile hüküm altına alınan bedele faiz işletilmemiş olmasında da kural olarak bir isabetsizlik yoktur. Ancak, hüküm altına alınan bedelin hangi davalıdan ne oranda tahsil edileceğinin açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmediği gibi birleşen davalarda, davalılar ... ve ... hakkında mahkemece yapılan araştırma ve incelemenin de hükme yeterli olduğu söylenemez.Şöyle ki, anılan davalıların delillerin toplanmamış, tanık beyanına dayandıkları halde tanıkları dinlenmemiştir. Bir başka husus da, davalar birleştirilse dahi dava olma niteliklerini korurlar.Hâl böyle olunca, 6100 sayılı HMK'nun 297/2 maddesi gözetilerek birleştirilen davalardaki isteklerle ilgili ayrı ayrı hüküm oluşturulması ve her bir davada davalılara yüklenen borçların açık, şüphe ve tereddüt uyandırmayacak şekilde gösterilmesi, birleşen 2010/ 519 esas sayılı dava tarihinden önce 5.11.2009 tarihinde öldüğü halde mirasçıları davaya dahil edilerek sonuca gidilmiş olması doğru olmadığı gibi, yukarıda belirtilen ilkeler ve olgular doğrultusunda davalılar Abdül ve Yüksel'in delillerinin eksiksiz toplanması, tanık deliline dayanmış olmaları sebebi ile tanıklarının isimlerini ve adreslerini bildirmeleri konusunda kendilerine imkan tanınarak gösterecekleri tanıkların olaya ilişkin ayrıntılı beyanlarının alınması, toplanacak deliller toplanan delillerle birlikte değerlendirilerek varılacak sonuç çerçevesinde bir karar verilmesi gerekirken anılan davalılar bakımından eksik inceleme ile yetinilerek sonuca gidilmiş olması isabetsizdir.Kabul tarzı itibariyle de; Hüküm fıkrasının 5. maddesinde ''Davacı kendisini vekille temsil ettirdiğinden karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT gereğince ........ TL vekalet ücretinin davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsili ile davacıya verilmesine'' şeklinde hüküm kurulduğu görülmekle hükümde, davalıların sorumlu tutuldukları vekalet ücretinin miktarının gösterilmemiş olması da yerinde değildir. Davacı vekili, davalı ... vekili ile davalılar ..., ... ile ... mirasçıları vekilinin temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle hükmün açıklanan nedenden ötürü (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'nun 428. maddesi gereğince BOZULMASINA, 21.12.2015 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesi gereğince gelen temyiz eden taraf vekilleri için 1.350.00. şer-TL. duruşma vekâlet ücretinin karşılıklı olarak alınıp birbirlerine verilmesine, 31.05.2016 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.