MAHKEMESİ : KİLİS 1. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 19/07/2012NUMARASI : 2009/748-2012/747Taraflar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı İbrahim Halil tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik H. E. S.'ın raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;-KARAR- Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil (olmadığı taktirde tenkis) isteğine ilişkindir.Mahkemece, mirasbırakanın çekişme konusu taşınmaz payını oğlu davalıya satış suretiyle temlik ettiği, 10 parsel sayılı taşınmazın da üçüncü kişiye satılarak bedelinin davacılara verildiği, mirasçılar arasında taksim olgusunun gerçekleştiği, temlikin muvazaalı olduğunun ispat edilemediği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden, toplanan delillerden; mirasbırakan Z. G.’ün çekişme konusu 825 ada 7 parsel sayılı taşınmazın 16/64 payını 13.04.2009 tarihli akitle oğlu davalı M. U.’a, dava dışı 825 ada 10 parsel sayılı taşınmazı ise aynı akitle üçüncü kişi olan V. B.’e satış suretiyle temlik ettiği, murisin okuma yazma bilmediği, davacı G.. Ö..’ün akit tanıklarından biri olduğu anlaşılmaktadır.Davacılar, mirasbırakanın çekişmeli taşınmaz payını davalılara temlikinin mirasçıdan mal kaçırma amaçlı ve muvazaalı olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmışlardır.Bilindiği üzere, uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nispi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türü dür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir. Bu durumda, yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 0l.04.1974 tarihli, 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706., Borçlar Kanunun 213. (6098 sayılı Türk Borçlar Yasasının 237.) ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tespitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler. Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.Somut olayda, mahkemece, yukarıda açıklanan ilke ve olguları kapsar biçimde bir araştırma ve incelemenin yapıldığını söyleyebilme olanağı yoktur.Şöyle ki, tarafların delillerinin toplanmasına olanak sağlanmadığı gibi, mahallinde uzman bilirkişiler marifetiyle keşif yapılmak suretiyle murisin temlike konu ettiği taşınmazların değerleri belirlenerek tüm hak ve yükümlülükler birlikte değerlendirilmesi ile murisin mirasçıları arasında paylaştırma yapıp yapmadığı tespit edilmemiş, tanık deliline dayanıldığı halde taraf tanıkları da dinlenmemiştir. Diğer taraftan, mahkemenin davayı ret gerekçesine konu olacak şekilde murisin davacılara ve diğer mirasçılarına hak dengesini gözetir bir paylaşım yaptığını gösterir taşınmaz temlikleri bakımından da bir tespit yapılmış değildir. Öte yandan, mirasbırakanın vesayet altına alınması için Sulh Hukuk Mahkemesinin 2008/1074 esas sayılı dosyasında açılan davanın akibeti de araştırılmadan sonuca gidilmesinin doğru olduğu söylenemez.Hal böyle olunca; yukarıda açıklanan ilke ve olgular doğrultusunda gerekli araştırma ve incelemenin yapılması, murisin tüm mirasçılarını kapsar biçimde hak dengesini gözetir bir mal paylaşımı yapıp yapmadığının tespit edilmesi, hasıl olacak sonuca göre değerlendirme yapılarak murisin gerçek irade ve amacının kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya konulması gerekirken noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere karar verilmesi isabetsizdir. Kabule göre de, davacılar vekili Avukat B. Ö.’in 28.12.2011 tarihinde vekillikten çekildiği, çekilme dilekçesinin davacılara usulüne uygun tebliğ edildiği, davacı İbrahim’in yeni bir avukat marifetiyle yargılamaya devam ettiği, davacı Gülendam’ın ise davayı kendisi takip etmediği gibi kendisini bir vekille de temsil ettirmediği, dolayısıyla davasını takipsiz bıraktığı halde bu davacı yönünden mahkemece HUMK.nun 409. (6100 sayılı HMK.nın 150.) maddesi gereğince işlem yapılmamış olması da doğru değildir.Davacı İbrahim Halil’in bu yönlere değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'un 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 27.3.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.