Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 66 - Karar Yıl 2009 / Esas No : 11002 - Esas Yıl 2008





MAHKEMESİ : İSKENDERUN 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 26/03/2007NUMARASI : 2005/310-2007/112Taraflar arasında görülen davada;Davacılardan M.715 parsel sayılı taşınmazını dava dışı oğlu İ.’in tehdit ile elinden alarak davalı N.Ş.e satış suretiyle temlik ettiğini, satış bedeli de ödenmediğini, davacı H. ise; 719 parsel sayılı taşınmazını dava dışı oğlu İsmail’in hilesi ile ve kiraya vereceğini bildirerek aldığı vekaletname ile davalı M. Ş.e sattığını, bu durumu yeni öğrendiklerini İ.’in kendilerini aldattığını bedel de ödemediğini ileri sürerek, iptal ve tescil isteminde bulunmuşlardır.Davalılar, davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece, 715 parsel sayılı taşınmaz yönünden, davanın bir yıllık hak düşürücü süre içerisinde açılmadığı, 719 parsel sayılı taşınmaz yönünden ise iddiaların kanıtlanamadığı gerekçesiyle reddine karar verilmiştir.Karar, davacılar vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi . .raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. -KARAR-Dava, hile hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir. Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacı M.ün 715 parsel sayılı taşınmazdaki ½ payını 06.02.1998 tarihinde dava dışı İ.e temlik ettiği, İ.’in de 11.12.2000 tarihli akitle bu payı davalı N.Ş.e devrettiği ve mahkemece yapılan araştırma, inceleme neticesinde davada dayanılan hile hukuksal nedeni bakımından davanın açılış tarihine göre, Borçlar Kanununun 31. maddesinde öngörülen 1 yıllık hak düşürücü sürenin geçtiği belirlenerek, bu parsel ve pay yönünden davanın reddedilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Öyle ise, davacı M.ün temyiz itirazları yerinde değildir, reddine. Diğer davacı H.’nin temyiz itirazlarına gelince; davacı H.’nin 28.04.2003 tarihinde oğlu olan dava dışı İ.i vekil tayin ettiği ve İsmail tarafından davacı H.’nin maliki olduğu 719 nolu parselin değinilen bu vekaletname kullanılarak davalı M.Ş.e 30.06.2004 tarihinde satış suretiyle temlik edildiği ve M.Ş.tarafından da 09.07.2004 tarihli akitle dava sırasında ve dava dışı Ahmet Şirin’e satıldığı ve sicil kaydının devredildiği görülmektedir. Davacı H., hileye düşürülmek ve kandırılmak suretiyle vekaletin elde edinildiğini ve maliki olduğu çekişme konusu taşınmazın temlik edildiğini ileri sürerek eldeki davayı açmıştır. Hemen belirtilmelidir ki, vekaletin hile ile alındığı iddiası aynı zamanda vekaletin kötüye kullanıldığı iddiasını da içerir. Oysa, mahkemece bu konuda bir araştırma yapılmış değildir. Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne varki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Hal böyle olunca, çekişme konusu 719 parsel sayılı taşınmazın davanın devamı sırasında dava dışı kişiye kayden devredildiği gözetilerek, öncelikle HUMK.’nun 186.maddesindeki usulü işlemin tamamlanması, ondan sonra vekalet görevinin kötüye kullanıldığı iddiası bakımından tarafların iddia ve savunması doğrultusunda delillerinin toplanması, yukarıda belirlenen ilkeler de gözetilmek suretiyle elde edilen olgu ve bulgular değerlendirilerek neticesine göre bir karar verilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ile 719 parsel sayılı taşınmaz ile ilgili davanın reddine karar verilmiş olması isabetsizdir. Davacı Hatice’nin temyiz itirazları yerindedir. Kabulü ile hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 12.1.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.