MAHKEMESİ: KİĞI ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ: 23/12/2009NUMARASI: 2004/232-2009/195Taraflar arasında birleştirilerek görülen davada;Davacı, kısıtlı A... T... adına kayıtlı 242 sıra nolu tapulu taşınmaza davalının haklı bir nedeni olmaksızın müdahale ettiğini ileri sürerek, elatmanın önlenmesi isteğinde, birleşen dava ile de A... T... tarafından davalıya satılan tapulu taşınmazın satışının ehliyetsizlik nedeniyle geçersiz olduğunu bildirip, tapu iptali ve tescil isteğinde bulunmuştur.Davalı, M... T..., iddiaların yersiz olduğunu bildirip, davanın reddini savunmuştur. Diğer davalı, davayı karşı beyanda bulunmamıştır.Mahkemece, elatmanın önlenmesi isteğinin kabulü ile bilirkişilerce belirlenen 16 m²'lik bölüme müdahalenin önlenmesine, birleşen tapu iptali ile tescil davasının reddine karar verilmiştir.Karar, taraflarca süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Davalardan ilki, tapulu taşınmaza elatmanın önlenmesi, birleşen dava ise ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkin olup, mahkemece davacının dayandığı tapunun zemine uygulanması ve kapsam tayini suretiyle, davalının müdahale ettiği yer belirlenerek, elatmanın önlenmesi davasının kabulüne karar verilmiş olmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır. Davalının, tüm temyiz itirazları yerinde değildir. Reddine;Ne varki, birleşen ehliyetsizlik nedeniyle tapu iptali ve tescil davası yönünden hükme yeterli inceleme ve araştırma yapıldığı söylenemez.Bilindiği üzere; davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme kudreti (gücü) bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, borç (yükümlülük) altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. Nitekim Medeni Kanunun “ fiil ehliyetine sahip olan kimse, kendi fiilleriyle hak edinebilir ve borç altına girebilir “ biçimindeki 9. maddesi hükmüyle hak elde edebilmesi, borç ( yükümlülük ) altına girebilmesi, fiil ehliyetine bağlamış. 10. maddesinde de, fiil ehliyetinin başlıca koşulu olarak ayırtım gücü ile ergin ( reşit ) olmayı kabul ederek “ ayırt etme gücüne sahip ve kısıtlı olmayan bir ergin kişinin fiil ehliyeti vardır. “ hükmünü getirmiştir. “Ayırtım gücü “ eylem ve işlev ehliyeti olarak ta tarif edilerek aynı yasanın 13. maddesinde “ yaşının küçüklüğü yüzünden veya akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk yada bunlara benzer sebeplerden biriyle akla uygun biçimde davranma yeteneğinden yoksun olmayan herkes bu kanuna göre ayırt etme gücüne sahiptir.” denmek suretiyle açıklanmış, ayrıca ayırtım gücünü ortadan kaldıran önemli nedenlerden bazılarına değinilmiştir. Önemlerinden dolayı bu ilkeler, söz konusu yasa ile öteki yasaların çeşitli hükümlerinde de yer almışlardır.Hemen belirtmek gerekir ki, Medeni Kanununun 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından karşı tarafın iyi niyetli olması o işlemi geçerli kılmaz. (Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı 11.6.1941 tarih 4/21)Yukarıda sözü edilen ilkelerin ve yasa maddelerinin ışığı altında olaya yaklaşıldığında bir kimsenin ehliyetinin tesbitinin şahıs ve mamelek hukuku bakımından doğurduğu sonuçlar itibariyle ne kadar büyük önem taşıdığı kendiliğinden ortaya çıkar. Bu durumda, tarafların gösterecekleri, tüm delillerin toplanılması tanıklardan bu yönde açıklayıcı, doyurucu somut bilgiler alınması, varsa ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta müşahede kağıtları, film grafilerinin eksiksiz getirtilmesi zorunludur. Bunun yanında, her nekadar H.U.M.K.’nun 286. maddelerinde belirtildiği gibi bilirkişinin “rey ve mutaalası” hakimi bağlamaz ise de, temyiz kudretinin yokluğu, yaş küçüklüğü, akıl hastalığı, akıl zayıflığı, sarhoşluk gibi salt biyolojik nedenlere değil, aynı zamanda bilinç, idrak, irade gibi psikolojik unsurlara da bağlı olduğundan, akıl hastalığı, akıl zayıflığı gibi biyolojik ve buna bağlı psikolojik nedenlerin belirlenmesi, çok zaman hakimlik mesleğinin dışında özel ve teknik bilgi gerektirmektedir.Hele ayırt etme gücünün nisbi bir kavram olması kişiye eylem ve işleme göre değişmesi bu yönde en yetkili sağlık kurulundan, özellikle Adli Tıp Kurumundan rapor alınmasını da gerekli kılmaktadır. Esasen Medeni Kanunun 409/2. maddesi akıl hastalığı veya akıl zayıflığının bilirkişi raporu ile belirleneceğini öngörmüştür. Ancak, mahkemece değinilen ilkeler gözardı edildiği gibi, kısıtlı A. T.'ın temlikin yapıldığı tarihte ehliyetli olup olmadığının 2659 sayılı Yasanın 7/6 ve 16/d maddeleri gereğince Adli Tıp Kurumundan alınacak rapor ile saptanması gerekirken, bu hususta hiç araştırma yapılmaması da doğru değildir.O halde, taraflar arasındaki çekişmenin sıhhatli bir çözüme kavuşturulabilmesi bakımından hukuki ehliyetsizliğin kamu düzeni ile ilgili olduğu da gözönüne alınarak önemine binaen öncelikle incelenmesi, tarafların bu yönde bildirdikleri ve bildirecekleri tüm delillerin toplanması, varsa kısıtlıya ait vasi dosyası, sağlık kurulu raporları, hasta müşahade kağıtları, reçeteler vs. istenmesi, tüm dosyanın kısıtlı ile birlikte Adli Tıp Kurumuna gönderilmesi, temlik tarihinde kısıtlının ehliyetli olup olmadığı yönünde rapor alınması, ehliyetsiz olduğunun anlaşılması halinde, vasiye husumete izin kararı alınması için önel verilmesi ve ondan sonra davanın bu nedenle kabulü gerekeceği tartışmasızdır.Hal böyle olunca; mahkemece birleşen tapu iptali ve tescil davası yönünden yukarıda değinilen ilkeler doğrultusunda bir inceleme ve araştırma yapılarak sonucuna göre bir kararı verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.Davacının, bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir. Kabulüyle, hükmün açıklanan nedenden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 02.06.2011 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.