MAHKEMESİ : ESPİYE ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 22/12/2010NUMARASI : 2009/287-2010/291Yanlar arasında görülen tapu iptali ve tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü;Dava; ehliyetsizlik hukuksal nedenine dayalı tapu iptal ve tescil isteğine ilişkindir.Davacı babaannesi olan S. İ.'ın kayden malik olduğu 15 sayılı parseli vekil kıldığı yeğeni Z.B. aracılığıyla davalı A. G.'a satış yoluyla temlik ettiğini, oysa temliki yapanın hukuksal ehliyetten yoksun olduğunu, kendisine vasi tayin edilmesi amacıyla dava açtığını ileri sürerek iptal ile eski malik adına tescil isteğinde bulunmuş, mahkemece aktif husumet ehliyeti yokluğundan davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden; davacının babaannesi olan S. İ.'ın kayden malik olduğu 15 parsel sayılı taşınmazını vekil kıldığı yeğeni Z.B.aracılığıyla davalıya satış yoluyla temlik ettiği, ancak dava dilekçesi içeriğinden temlik eden S.'ya vasi tayini konusunda dava açtığı ve yargılama sırasında 15.03.2010 tarihinde “demans” teşhisi konularak S.'nın kısıtlanmasına, vasi olarak dava dışı R. İ.ın atanmasına karar verildiği anlaşılmaktadır.Gerçekten de; 6100 sayılı HMK'nun 51. maddesinde (1086 sayılı HUMK' nun 38. maddesi ) “dava ehliyeti” dava şartı olarak benimsenmiştir. Öte yandan 03.03.1993 tarih, 773/82 sayılı Hukuk Genel Kurulu kararında da; dava şartlarının davanın açıldığı tarihten, hükmün kurulduğu tarihe kadar varlığını devam ettirmesinin temel kural olduğu açıkça vurgulanmıştır.Bu yasal düzenlemeler ve yargısal uygulamalar karşısında şüphesiz hakim, davanın başında dava şartlarının mevcut olup olmadığını kendiliğinden (re'sen ) araştırmak zorundadır. Ne var ki; dava açılırken bulunmayan dava şartının yargılama sırasında tamamlanması halinde dava ekonomisi yönünden davanın esasına girilerek sonuçlandırılması gerekeceği de gerek doktrinde gerekse Yargıtayın istikrar kazanmış içtihatlarıyla kabul edilmiştir. Başka bir deyişle, yargılama sırasında dava şartı noksanlığının ortadan kalkması halinde 6100 sayılı HMK'nun 30. maddesindeki usul ekonomisine ilişkin düzenleme karşısında davanın reddedilemeyeceği kuşkusuzdur.Somut olayda; temliki yapan ve hukuki ehliyetten yoksun olduğu mahkeme kararı ile kesinleşen S. İ.'ın dava açıldığı tarihte sağ olduğu, davanın Türk Medeni Kanununun 405 ve devamı maddelerince atanmış, TMK' nun 462/8 maddesi uyarınca husumete izin yetkisi almış vasi tarafından açılmadığı, dolayısıyla “ aktif dava ehliyetine" ilişkin dava şartının gerçekleşmediği düşünülse de, işin kamu düzenini ilgilendirmesi ve vasi atanmasına ilişkin davanın da davacı tarafından açılmış olması karşısında HMK'nun 52. maddesinde belirtilen dava şartı niteliğindeki kanuni temsil eksikliği giderileceğinden, aynı Kanunun 30. maddesinde belirtilen usul ekonomisi gözetilerek atanan vasiye ihbarı suretiyle vasinin husumete izin kararı aldıktan sonra davaya katılımı sağlanmak suretiyle (TMK'nun 462/8 )yargılamaya devam edilerek işin esasının incelenmesi gerekirken, yazılı şekilde davanın reddine karar verilmesi doğru bulunmamıştır. Davacının, yerinde olan temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK.'nın 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 4.6.2012 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.