Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 646 - Karar Yıl 2014 / Esas No : 20843 - Esas Yıl 2013





MAHKEMESİ : FETHİYE 2. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 28/02/2012NUMARASI : 2001/447-2012/129 Taraflar arasında görülen tapu iptali, tescil davası sonunda, yerel mahkemece davanın, reddine ilişkin olarak verilen karar davacı tarafından yasal süre içerisinde temyiz edilmiş olmakla dosya incelendi, Tetkik Hakimi ..... raporu okundu, açıklamaları dinlendi, gereği görüşülüp düşünüldü; -KARAR- Dava, ehliyetsizlik ve vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir. Mahkemece; davalı G..'ün temlik tarihlerinde hukuki işlem ehliyetine sahip olduğu ve vekalet görevinin kötüye kullanıldığının ispat edilemediği gerekçeleriyle davanın reddine karar verilmiştir. Hüküm, davacı tarafından temyiz edilmiştir. Toplanan deliller ve tüm dosya içeriğinden; davacı tarafından 15.09.1989 tarihinde davalı Z.. G..'e vekaletname verildiği, vekilin bu vekaletnamedeki tevkil yetkisini kullanarak davacının babası olan davalı Mehmet Ali T.i vekil tayin ettiği, bu sırada davalı G.'ün de eşi aynı zamanda davacının kızkardeşi olan ve sonradan davalı M. A.'nin ölümü üzerine davaya dahil edilen davalı M.ya 20.09.1991 tarihli vekaletname verdiği, dava konusu 76 parsel sayılı taşınmazın davacı adına kayıtlı iken, vekili davalı M. A.T.'in katılımı ile davalı G.vekili M.'nın katıldığı 23.09.1991 tarihli işlemle satış yolu ile temlik edildiği, çekişmeli taşınmazın 09.05.1994 tarihinde davalı G. 06.05.1994 tarihinde vekil tayin ettiği dava dışı İbrahim Ö. eliyle davalı M.. K..'ya satış yolu ile temlik edildiği anlaşılmaktadır. Borçlar Kanununun temsil ve vekalet aktini düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. 6098 s. Türk Borçlar Kanununda (TBK) sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 506. (818 s. Borçlar Kanununun 390.) maddesinde aynen; "Vekil, vekâlet borcunu bizzat ifa etmekle yükümlüdür. Ancak vekile yetki verildiği veya durumun zorunlu ya da teamülün mümkün kıldığı hâllerde vekil, işi başkasına yaptırabilir. Vekil üstlendiği iş ve hizmetleri, vekâlet verenin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle yürütmekle yükümlüdür. Vekilin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alanda iş ve hizmetleri üstlenen basiretli bir vekilin göstermesi gereken davranış esas alınır." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Vekâletin kapsamı, sözleşmede açıkça gösterilmemişse, görülecek işin niteliğine göre belirlenir. (TBK'nin 504/1) Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi, ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu göz ardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin son fıkrası uyarınca sorumlu olur. Bu sorumluluk BK'de daha hafif olan işçinin sorumluluğuna kıyasen belirlenirken, TBK'de benzer alanda iş ve hizmetleri üslenen basiretli bir vekilinin sorumluluğu esas alınarak daha da ağırlaştırılmıştır. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi 4721 s. Türk Medeni Kanunun (TMK) 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Ne var ki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, TMK'nin 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; davalı Güngör Kadıköy 2. Sulh Hukuk Mahkemesinin 31.12.1991 tarihli kararı ile akli melekelerinin tam olarak yerinde olmadığı yönündeki rapor uyarınca vesayet altına alınmış, kendisine eşi olan M vasi olarak atanmış, ancak, daha sonra söz konusu vesayet Bakırköy 3. Asliye Hukuk Mahkemesinin 23.06.1998 tarihli kararı ile kaldırılmıştır. Türk Medeni Kanununun 462/1. maddesinde belirtildiği üzere ''taşınmazların alımı, satımı, rehnedilmesi ve bunlar üzerinde başka bir ayni hak kurulması'' işlemlerinin vesayet makamının iznine tabi tutulmuştur. Çekişme konusu taşınmaz 23.09.1991 tarihli vekaletnameye dayalı olarak (eşi) vekil Mualla tarafından davalı G. adına satın alınmış, daha sonra 06.05.1994 tarihinde G.tarafından dava dışı İbrahim Ö.e verdiği vekaletname ile 09.05.1994 tarihinde davalı Musa'ya satış yolu ile temlik edilmiştir. Hemen belirtmek gerekir ki, davranışlarının, eylem ve işlemlerinin sebep ve sonuçlarını anlayabilme, değerlendirebilme ve ayırt edebilme gücü bulunmayan bir kimsenin kendi iradesi ile hak kurabilme, yükümlülük altına girebilme ehliyetinden söz edilemez. TMK'nin 15. maddesinde de ifade edildiği üzere, ayırtım gücü bulunmayan kimsenin geçerli bir iradesinin bulunmaması nedeniyle, kanunda gösterilen ayrık durumlar saklı kalmak üzere, yapacağı işlemlere sonuç bağlanamayacağından, karşı tarafın iyiniyetli olması o işlemi geçerli kılmayacaktır Eldeki davada, davalı G. satın aldığı tarihte vesayet altında olmadığı, ancak davalı M.'ya satıldığı tarihte vesayet altında bulunduğu, ibraz edilen raporlardan özellikle Adli Tıp Kurumunun 28.02.1996 tarihli raporunda yukarıda belirtilen satın alma işlemini yaptığı tarihte hukuki ehliyete haiz olduğu belirtilmiş, 21.12.1991 tarihli Numune Hastanesi’nden alınan raporda ise hukuki ehliyeti yok sayılarak vesayet altına alınmasına rağmen, yerel Mahkemece davalı G.'ün vekalet verdiği 20.09.1991, satın aldığı 23.09.1991, İ.e vekalet verdiği 06.05.1994 ve M.ya satıldığı 09.05.1994 tarihlerinde hukuki ehliyeti bulunup bulunmadığını tespit eden bir rapor alınmamıştır.Bu durumda, ehliyetsiz olduğu iddia edilen kişiye ait doktor raporları, hasta gözlem kayıtları, film grafiklerinin eksiksiz getirtilmesi, en yetkili sağlık kuruluşundan özellikle Adli Tıp Kurumu 4. İhtisas Kurulundan rapor alınması, hukuki ehliyete haiz olmadığı tespit edildiği taktirde TMK'nin 462. maddesi uyarınca vesayet makamından alım ve satım ile ilgili izin alınıp alınmadığının araştırılması, izin alınmamış ise vesayet altındaki kişinin vasinin iznini almaksızın yaptığı işlemlere ilişkin hükümlere tabi olacağının gözetilmesi, izin alınmış ise yukarıdaki ilkeler ışığında vekalet görevinin kötüye kullanılıp kullanılmadığı ve davalı M.nın iyi niyetli olup olmadığının değerlendirilip, tüm deliller birlikte değerlendirilip sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde karar verilmesi doğru değildir. Davacının, temyiz itirazlarının kabulü ile, hükmün (6100 sayılı Yasanın geçici 3.maddesi yollaması ile) 1086 sayılı HUMK'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 20.01.2014 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.