MAHKEMESİ : ULUBEY(UŞAK) ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 15/03/2007NUMARASI : 2005/26-33Taraflar arasında görülen davada;Davacı, kayden maliki olduğu .. ve ...parsel sayılı taşınmazların kendisinin Almanya'da yaşaması nedeniyle Türkiyede'ki işlerinin takibi için kardeşi A...'ye 1995 yılında verdiğini vekaletnamenin kötüye kullanılarak diğer davalıya temlik edildiğini, 2005 yılında Türkiye'ye gelip,taşınmazları satmak istediğinde durumu öğrendiğini, davalıların karı,koca olduklarını, satış iradesinin bulunmadığını ileri sürerek tapularının iptal ve tescili ile manevi tazminat isteğinde bulunmuştur. Davalılar; çekişmeli taşınmazların satın alınırken bir kısım bedelini kendilerinin ödediklerini, ayrıca masraflar yapıldığını, davacının bunları ödemeye yanaşmadığını, anılan taşınmazların devredilmesini davacının istediğini bildirip, davanın reddini savunmuşlardır.Mahkemece; davacı iddiasının ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar, davacı tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ... raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. -KARAR-Dava; vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal tescil ve manevi tazminat isteklerine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden, toplanan delillerden çekişme konusu .. ve ..parsel sayılı taşınmazların davacı M... G..n adına kayıtlı iken 27.3.1995 tarih 641 yevmiye sayılı vekaletname ile vekil A.. G... tarafından 9.9.2004 tarihli akitle toplam 2500-YTL.bedelle davalı H..G...'a satış suretiyle temlik edildiği anlaşılmaktadır.Davanın niteliği ve ileri sürülüş biçimine göre davacının manevi tazminat isteğinin reddedilmiş olması doğrudur.Davacının bu yöne değinen temyiz itirazları yerinde değildir,reddine.Öteki temyiz itirazlarına gelince;Bilindiği üzere; Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar.Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu olur. Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Nevarki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; dosya kapsamından, mahallinde yapılan keşif ve dinlenen tanık beyanlarından davacının çekişmeli taşınmazları satış iradesinin bulunmadığı, taşınmazların temlik değerleri ile gerçek değerleri arasında fark bulunduğu anlaşılmaktadır.Ayrıca satış bedelinin ödendiği de kanıtlanmış değildir.Hal böyle olunca; belirlenen olgular, yukarıda açıklanan ilkelerle birlikte değerlendirildiğinde davalıların, davacıyı zararlandırma kastı ile hareket ettiği ve vekalet görevinin kötüye kullanıldığı kabul edilmelidir.Öyleyse tapu iptal ve tescil davasının kabulüne karar verilmesi gerekirken yanılgılı değerlendirme ile yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.Davacının bu yöne değinen temyiz itirazları yerindedir.Kabulü ile UMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 4.6.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.