Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 6309 - Karar Yıl 2007 / Esas No : 4824 - Esas Yıl 2007





MAHKEMESİ : ANKARA 13. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 13/03/2007NUMARASI : 2006/411-105Taraflar arasında görülen davada;Davacı, maliki olduğu . parsel sayılı taşınmazdaki ..nolu bağımsız bölümün eski eşi davalı tarafından vekalet görevi kötüye kullanılarak önce dava dışı kişiye danışıklı olarak geçirdiğini, sonrasında satış yolu ile kendisine temlik ettirdiğini ileri sürerek tapu iptali, tescil isteğinde bulunmuştur.Davalı, boşanma davası sırasında davacı ile yapılan anlaşma uyarınca temliklerin yapıldığını bildirip davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davacı iddialarının ispatlanamadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı vekili tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi ... ... raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü. -KARAR-Dava, vekalet görevinin kötüye kullanılması hukuksal nedenine dayalı tapu iptal, tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Dosya içeriğinden toplanan delillerden, davacının çekişme konusu ... parsel sayılı taşınmazdaki . nolu bağımsız bölümün kendi adına kayıtlı iken vekil tarafından 6.3.2006 tarih,3902 yevmiye nolu akit ile dava dışı kişiye satış suretiyle devredildiğini bilahare aynı gün ....yev.nolu akit ile anılan kişiden davalı tarafından (vekil) satın alındığını, temliki işlemin davacının iradesi dışında vekalet görevi kötüye kullanılmak suretiyle gerçekleştirildiğini ileri sürerek eldeki davayı açtığı anlaşılmaktadır.Bilindiği üzere;Borçlar Kanununun temsil ve vekalet bağıtını düzenleyen hükümlerine göre, vekalet sözleşmesi büyük ölçüde tarafların karşılıklı güvenine dayanır. Vekilin borçlarının çoğu bu güven unsurundan, onun vekil edenin yararına ve iradesine uygun davranış yükümlülüğünden doğar. Borçlar Kanununda sadakat ve özen borcu, vekilin vekil edene karşı en önde gelen borcu kabul edilmiş ve 390/2 maddesinde "vekil, müvekkiline karşı vekaleti hüsnüniyetle ifa ile mükelleftir..." hükmüne yer verilmiştir. Bu itibarla vekil, vekil edenin yararına ve iradesine uygun hareket etme, onu zararlandırıcı davranışlardan kaçınma yükümlülüğü altındadır. Sözleşmede vekaletin nasıl yerine getirileceği hakkında açık bir hüküm bulunmasa veya yapılan işlem dış temsil yetkisinin sınırları içerisinde kalsa dahi vekilin bu yükümlülüğü daima mevcuttur. Hatta malik tarafından vekilin bir taşınmazın satışında, dilediği bedelle dilediği kimseye satış yapabileceği şeklinde yetkili kılınması, satacağı kimseyi dahi belirtmesi,ona dürüstlük kuralını, sadakat ve özen borcunu gözardı etmek suretiyle, makul sayılacak ölçüler dışına çıkarak satış yapma hakkını vermez. Vekil edenin yararı ile bağdaşmayacak bir eylem veya işlem yapan vekil değinilen maddenin birinci fıkrası uyarınca sorumlu Öte yandan, vekil ile sözleşme yapan kişi Medeni Kanunun 3. maddesi anlamında iyi niyetli ise yani vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını bilmiyor veya kendisinden beklenen özeni göstermesine rağmen bilmesine olanak yoksa, vekil ile yaptığı sözleşme geçerlidir ve vekil edeni bağlar. Vekil vekalet görevini kötüye kullansa dahi bu husus vekil ile vekalet eden arasında bir iç sorun olarak kalır, vekil ile sözleşme yapan kişinin kazandığı haklara etkili olamaz. Nevarki, üçüncü kişi vekil ile çıkar ve işbirliği içerisinde ise veya kötü niyetli olup vekilin vekalet görevini kötüye kullandığını biliyor veya bilmesi gerekiyorsa vekil edenin sözleşme ile bağlı sayılmaması, Medeni Kanunun 2. maddesinde yazılı dürüstlük kuralının doğal bir sonucu olarak kabul edilmelidir. Söz konusu yasa maddesi buyurucu nitelik taşıdığından hakim tarafından kendiliğinden (resen) göz önünde tutulması zorunludur. Aksine düşünce kötü niyeti teşvik etmek en azından ona göz yummak olur. Oysa bütün çağdaş hukuk sistemlerinde kötü niyet korunmamış daima mahkum edilmiştir. Nitekim uygulama ve bilimsel görüşler bu yönde gelişmiş ve kararlılık kazanmıştır. Somut olaya gelince; mahkemece yukarıda belirtilen ilkeleri kapsar biçimde bir inceleme ve araştırma yapıldığı söylenemez.Hal böyle olunca; özellikle davalı vekilin davacıya zararlandırma kastıyla hareket edip etmediğinin yukarda açıklanan ilkeler çerçevesinde duraksamaya yer vermeyecek şekilde açıklığa kavuşturulması tarafların tüm delilleri toplanıp gerekli inceleme ve değerlendirme yapıldıktan sonra varılacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken, noksan soruşturma ile yetinilerek yazılı olduğu üzere hüküm kurulması doğru değildir.Davacının temyiz itirazları yerindedir.Kabulüyle hükmün açıklanan nedenlerden ötürü HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, alınan peşin harcın temyiz edene geri verilmesine, 31.5.2007 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.