Kanun Detayı

Anasayfa / İçtihat / Yargıtay Karar No : 6264 - Karar Yıl 2010 / Esas No : 2818 - Esas Yıl 2010





MAHKEMESİ : SAMANDAĞ ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 27/10/2009NUMARASI : 2009/572-2009/481Taraflar arasında görülen davada;Davacı Hazine,1183 sayılı parselin kıyı kenar çizgisi içerisinde kaldığını ileri sürerek tapu kaydının iptalini istemiştir.Davalılar, davaya cevap vermemişlerdir.Davanın kabulüne ilişkin mahkeme kararı Dairece,5841 Sayılı Yasa çerçevesinde değerlendirme yapılarak sonucuna göre karar verilmesi gereğine değinilerek bozulmuş, mahkemece bozmaya uyularak hak düşürücü sürenin geçtiği gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Karar, hazine tarafından süresinde duruşma istekli temyiz edilmiş olmakla, duruşma günü olarak saptanan 1.6.2010 Salı günü için yapılan tebligat üzerine temyiz eden vekili Avukat Gülçin Türkucu geldi, davetiye tebliğine rağmen temyiz edilen vekili avukat gelmedi,yokluğunda duruşmaya başlandı, süresinde verildiği ve kayıt olunduğu anlaşılan temyiz dilekçesinin kabulüne karar verildikten sonra gelen vekilin sözlü açıklamaları dinlendi, duruşmanın bittiği bildirildi, iş karara bırakıldı. Bilahare Tetkik Hakimi M. A. tarafından düzenlenen rapor okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelenerek gereği görüşülüp düşünüldü:Dava, çekişmeli taşınmazın kıyı kenar çizgisine göre kıyıda kaldığı, devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerin özel mülkiyete konu edilemeyeceği iddiasına dayalı tapu iptali isteğine ilişkindir.Mahkemenin, taşınmazın tamamının kıyıda kaldığını saptayarak verdiği kabul kararı Dairece, 5841 Sayılı Yasa çerçevesinde değerlendirme yapılması gereğine işaret edilerek bozulmuş; mahkemece bozma ilamına uyularak yapılan değerlendirme sonucunda, hak düşürücü süre nedeniyle davanın reddine, harç ve yargılama masraflarının davalılara yüklenmesine karar verilmiş, Hazine yararına vekalet ücreti tayin edilmemiştir.Dosya içeriği ve toplanan delillerden, çekişme konusu 1183 sayılı parselin tevhit ve ifrazen 21.08.1959 tarihinde Samandağ Belediyesi adına kayıtlandığı, tevhit parsellerinin bir kısmının 1937 yılında ''kadastro'' suretiyle, bir kısmının ise 1957 yılında ''yeniden tescil'' suretiyle oluştuğu görülmektedir.Bilindiği ve Daire bozma ilamında da değinildiği üzere, 14 Mart 2009 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5841 Sayılı Yasa’nın 2. maddesi ile 3402 Sayılı Kadastro Yasası’nın 12. maddesinin üçüncü fıkrasına “Bu hüküm, iddia ve taşınmazın niteliğine yahut Devlet veya diğer kamu tüzel kişileri dâhil, tarafların sıfatına bakılmaksızın uygulanır.” cümlesi ve aynı Yasa’nın 3. maddesi ile de 3402 Sayılı Yasa’ya “Bu Kanunun 12 nci maddesinin üçüncü fıkrası hükmü, Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu iddiası ile yürürlük tarihinden önce açılmış ve henüz kesin hükme bağlanmamış olan davalarda dahi uygulanır.” şeklindeki geçici 10. madde eklenmiştir. Yukarıdaki düzenlemelerin kadastro sonucunda oluşan taşınmazlar bakımından uygulanacağı şüphesizdir.Somut olayda, çekişmeli 1183 sayılı parselin geldiği tevhit parsellerinin bir kısmı ''yeniden tescil'' suretiyle oluştuğuna göre, kadastral nitelik taşımayan bu parsellerin 1183 sayılı parsel kapsamında kalan bölümleri varsa, bu bölümler yönünden 10 yıllık hak düşürücü sürenin uygulanmayacağı açıktır. Başka bir anlatımla genel kadastro sırasında kadastro harici bırakılıpta sonradan kayda geçen taşınmazların sicil kayıtlarına yönelik açılacak davaların kadastro öncesi neden olarak kabul edilemeyeceği ve 3402 Sayılı Yasanın 12/3 maddesi hükmünün bu tür davalarda uygulanamayacağı tartışmasızdır. Hal böyle olunca, uzman bilirkişiler aracılığıyla mahallinde keşif yapılarak, ''yeniden tescil'' suretiyle oluşan tevhit parsellerinin 1183 sayılı parsel kapsamında kalan bölümlerinin bulunup bulunmadığının ve bu bölümlerin daha önce mahkemece belirlenen ve Dairece de benimsenen kıyı-kenar çizgisi içerisinde yer alıp almadığının açıklığa kavuşturulması, 1183 sayılı parsel kapsamında ve kıyı-kenar çizgisi içerisinde yer aldıklarının anlaşılması halinde, anılan bölümler hakkındaki davanın kabulüne karar verilmesi ve Hazine yararına nispi vekalet ücreti tayin edilmesi gerekirken, yanılgılı değerlendirme ve eksik uygulama ile yazılı biçimde hüküm kurulması doğru değildir. Kabule göre de, her davanın açıldığı tarihteki koşullara bağlı olduğu, bir tarafın dava açıldığı anda davasında haklı bulunması ancak dava açıldıktan sonra yürürlüğe giren (geçmişe etkili) yeni bir yasa hükmü ya da İnançları Birleştirme Kararı nedeniyle davayı kaybetmesi halinde yargılama giderlerinden ve avukatlık ücretinden sorumlu tutulamayacağı ilkeleri karşısında, Hazinenin dava açıldığı tarihte davasında haklı bulunduğu gözetilerek yararına vekalet ücreti tayin edilmesi gerekeceğinin düşünülmemesi de isabetsizdir.Hazinenin temyiz itirazı açıklanan nedenlerden ötürü yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK.'nun 428. maddesi uyarınca BOZULMASINA,24.12.2009 tarihinde yürürlüğe giren Avukatlık Ücret Tarifesinin 14. maddesi gereğince gelen temyiz eden vekili için 750.00.-TL. duruşma avukatlık parasının temyiz edilenden alınmasına, 1.6.2010 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.