MAHKEMESİ : PAMUKOVA ASLİYE HUKUK MAHKEMESİTARİHİ : 07/06/2007NUMARASI : 2005/238-2007/84Taraflar arasında görülen davada;Davacı, kayden davalıya ait taşınmazın Sakarya Nehrinin yatak değiştirmesi nedeniyle Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yer olduğunu, özel mülkiyete konu olamayacağını ileri sürerek, tapu iptal ve tescil isteğinde bulunmuştur.Davalı, davanın reddini savunmuştur.Mahkemece, davalı taraf yönünden zilyetlikle iktisap koşullarının lehinde oluştuğu gerekçesiyle, davanın reddine karar verilmiştir.Karar, davacı ve müdahil tarafından süresinde temyiz edilmiş olmakla; Tetkik Hakimi raporu okundu, düşüncesi alındı. Dosya incelendi, gereği görüşülüp, düşünüldü.Dava, tapu iptal-tescil isteğine ilişkindir.Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.Getirtilen tespit tutanakları ve komisyon kararından, 1970 yılındaki kadastro çalışmasında 1276 sayılı ana kadastral parselin Sakarya Nehri metrukatı olarak "ham toprak" vasfıyla Hazine adına tespit edildiği; sonrasında zilyetliğe, vergi ve tapu kayatlarına dayanılarak Kadastro Komisyonu'na davalılarca yapılan itirazların Komisyonca kabul gördüğü ve 1276 parselin bir bölümünün 38/1276 parsel numarası altında davalılar adına tespit edildiği anlaşılmaktadır.Davacı Hazine, taşınmazın Sakarya Nehri'nin yatağını terkiyle meydana geldiğini, özel mülkiyete tabi bulunmadığını ileri sürerek, uyuşmazlığı mahkeme önüne getirmiştir.Gerçekten de, çekişmeli taşınmazın Sakarya Nehri'nin yatak değiştirmesi ve taşıdığı alüvyonların birikip çökelmesi sonucunda oluştuğu uzman bilirkişi raporlarıyla sabittir.Bilindiği üzere; bu şekilde oluşan taşınmazlar hakkında düzenlenen mülga 743 Sayılı Türk Medeni Kanununun 636. maddesi "Sahipsiz yerlerde birikmek, dolmak ve kaymak veya umuma ait suların mecra veya seviyeleri değişmek gibi bir suretle teşekkül edip kendisinden istifade mümkün olan arazı Devletin mülkü olur. Bu suretle kendisine ait bir gayrimenkulden ayrılan parçaların vücudunu ispat eden kimse onları istirdat edebilir." ve yürürlükteki 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 708. maddesi "Birikme, dolma, toprak kayması veya kamuya ait suların yatağında ya da seviyesinde değişme gibi sebeplerle sahipsiz yerlerde yeniden oluşan yararlanmaya elvirişli arazi Devlete ait olur. Devlet, bu araziyi kamusal bir sakınca bulunmadığı takdirde öncelikle arazisi kayba uğrayana veya bitişik arazi malikine devredibilir. Toprak parçalarının kendi arazisinden koptuğunu ispat eden malik, bunları, durumu öğrendiği tarihten başlayarak bir ve herhalde oluşumun gerçekleştiği tarihten başlayarak on yıl içinde geri alabilir" hükümlerini içermektedir. Bu hükümler, taşınmaz mülkiyetinin kazanılmasıyla ilgili gerek Türk Medeni Kanunundaki, gerekse 3402 Sayılı Kadastro Kanunundaki hükümlerle beraber dikkate alındığında, çekişmeye konu taşınmazların kanunları gereğince Devlete kalan taşınmazlardan olduğunun kabul edilemeyeceğini, yasal sınırlamalar dışında kalması ve koşulların gerçekleşmesi halinde kişiler tarafından mülk edinilebileceğini ortaya koymaktadır. Esasen, mahkemenin kabulü de bu yöndedir.Bu çerçevede yapılan araştırmada, taşınmazın ziraata elverişli özellik taşıdığı ve Nehrin kıyı kenar çizgisi kapsamında da bulunmadığı keşfen saptanmıştır.Ne varki, toplanan delillere ve uygulamaya emsal dosyalarda değinildiği üzere dayanak tapu kayıtlarının taşınmaza ait olduğu kanıtlanamadığı gibi, imar-ihya ve zamanaşımı zilyetliği ile kazanım koşullarının gerçekleştiğini söyleyebilme olanağı da yoktur.Nitekim, 1958 tarihli memleket haritasında görüldüğü ve teknik bilirkişilerin raporunda da belirtildiği üzere, "kapama" diye tabir edilen ve 1954 yılında çekilen set ile Nehrin akış yönünün değiştirildiği ancak, Nehrin çekildiği alanların haritada noktalı işaretlerle gösterildiği ve o tarih itibariyle imar-ihyanın henüz tamamlanmadığı açıktır.Öte yandan, keşif sırasındaki incelemesinde ziraat bilirkişisi de, taşınmazların 20-25 yıldır tarim arazisi vasfında kullanıldığını bildirmiştir.Her nekadar, yerel bilirkişi zilyetlik bakımından 60 yılın üzerinde bir süreden bahşetmişse de, bilimsel verilerden faydalanılarak hazırlanan bilirkişi raporları ve memleket haritası karşısında yerel bilirkişinin soyut içerikle beyanına değer verilebilmesi mümkün değildir.Yukarıda açıklanan olgular, dosya içeriği ile birlikte değerlendirildiğinde, 1970 tarihli kadastro tespit tarihine kadar davalılar lehine 20 yıllık kazandırıcı zamanaşımı süresinin dolmadığı ve 3402 Sayılı Yasanın 17. maddesinin öngördüğü imar ve ihya ile iktisap koşullarının davalı taraf yararına gerçekleşmediği sonucuna varılmaktadır.Hal böyle olunca, müdahilin temyiz itirazının reddi ile davacının yerinde olan temyizinin kabulü ile davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, zilyetlikle mülk edinme koşullarının gerçekleştiğinden bahisle, davanın reddedilmesi isabetsizdir. Hazinenin, temyiz itirazı yerindedir. Kabulüyle, hükmün HUMK.'nun 428.maddesi gereğince BOZULMASINA, 28.5.2009 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.